Bağdat’ın kapısın Genç Osman açtı
Ana gibi yâr Bağdat gibi diyâr olmaz
Sora sora Bağdat bile bulunur
Bağdat’ın Basra’nın telli turnası
Yanlış hesap Bağdat’tan döner
Bağdat Caddesi
Bağdat Yolu..
Aşağı yukarı Bağdat şehri ile aynı yaşlarda ve onunla da çok ilişkili olan İslâmî Türk tarihinde ve kültüründe, destan, atasözü, deyim, şiir, mâni, ağıt, ninni, türkü, şarkı vs bir çok yerde Bağdat’ın adı ve yâdı geçer.
Yani Irak o kadar da ırak değil. Hep içimizde, bizde.. Ama biz bize ıraklaştırıldık, Türküyle Arabıyla Kürdüyle Berberisiyle her birimiz öz yurdunda garip öz vatanında parya olduk, kendi topraklarımızda başkalarına ırgat, birbirimize de düşman olduk.
Geçtiğimiz yaz Üsküdar’da bir çay bahçesinde Irak’tan gelmiş Bağdatlı bir Arap genç ile tanıştım. Ehli Sünnet Müslüman bir kardeşimiz. İstanbul’da üniversite okuyormuş. Gayet samimi temiz bir kardeş idi. Mekâna beraber geldiği bir Türk arkadaşı vardı, Arapçası iyi olan bu kardeşin tercümanlığıyla sohbet ettik.
Bağdatlı olduğunu öğrenince ilkin “Biz Türkler Bağdat’ı çok severiz” dedim, o da “Hakikaten, neden, çok anlamış değilim ama, bizim Bağdat’ta da Türkler çok sevilir” gibi bir cevap verdi. Bilhassa eski nesilleri kastederek yani.
Doğrudur, dedim. Neden biliyor musun? Hayır dedi. Tamam, bütün müslümanlar birbirini sever, ama Türkler neden daha fazla seviliyor Bağdat’ta, bunu bilmiyordu açıkçası.
Yukarıda bir kaç örneğini yazdığım sözleri ve ayrı ayrı hikâyelerini anlatmaya başladım; bak dedim, bu bir destan şiiri, bu bir cadde adı, şu bir şarkı, şu atasözü.. Ve hazır başlamışken dedim bir hayırlı ders ve ünsiyet hasıl olsun, az çok kronolojiye de riayet ederek kısa bir tarihi malumat verdim. Şaşkınlıkla dinliyordu. Bir Türk bizim Bağdat hakkında nasıl bu kadar ilgili ve bilgili olur diye şaşırdığını ve çok hoşuna gittiğini ifade etti. Ben anlattıkça her seferinde daha da şaşırıyor ve merakla dinliyordu. Türk kültüründe Bağdat’ın bu kadar çok yer bulduğunu İlk defa duyuyordu..
Ona Irak’ın Raşid Halife Ömer Radiyallahuanh devrindeki fethinden, yani şimdiki Rafizi İran’ın da vârisi olduğu Mecusi Sasaniler’in yok edilişinden başlayarak, Abbasî Halifesi Mansur ve Harun Reşid devrinden, Emevî Arap Battal Gazi hikâyelerinden ve Abbasî Avasım gazileri ve Halife Mutasım ve onun Türk birlikleri ve Samarra’dan vs bahsedip, bu arada, Bağdat’ın tarih boyunca bir çok aliminin velisinin olduğuna da değinerek, Rafizi istilası ve fesadından bezmiş olan Abbasî Halifesinin daveti üzere Selçuklu Sultanı Tuğrul Bey’in Sünni Oğuzlar ve Kürtler ile birlikte iki defa gerçekleştirdiği Bağdat seferinden, daha sonra Bağdat’taki Halifeye tabi olaraktan Anadolu’yu fetheden Türk Sultan Alparslan ve Haçlılara karşı mücadele eden Musul Atabeyi Türk Emir Zengi ve onun görevlendirdiği Kürt Sultan Salahaddin ve mücadele tarihinden anlattım. Ve sonra Bağdat’ın Moğollar tarafından işgalini, son Abbasî Halifesi, ve Rafizi ihanet ve hilesi sonucu Moğollar tarafından kendisi ve ailesinin şehit edilmesi; ve Mısır ve Suriye’nin Türk Sultanı ve Moğolun da Haçlının da Rafizinin de panzehiri olan Baybars’ın, Bağdat’taki katliamdan kurtulmuş olan Abbasî hanedanından bir genci Kahire’ye kaçırıp Hilâfeti devam ettirmesi ve sonra Hilafetin Osmanlı’ya geçmesi ile devam ettim.. Türk Halife Selim, Süleyman, Murad’ın Rafiziler karşısındaki gazâları ve Bağdat’ın da tıpkı Tebriz gibi bir kaç defa yeniden fethedilmesinden bahsettim.. Ve son deminde Osmanlı Hilafeti’nin Bağdat’ı dişiyle tırnağıyla İngilizlere karşı nasıl müdafaa ettiği ile bitirdim.. Hatta yanlış hatırlamıyorsam, Halife Sultan dördüncü Murâd’ın Bağdat’ı fethinde götürdüğü ve dönüşte orada bıraktığı barutlu gülleli top ve havanların yaklaşık üç asır sonra İngilizlere karşı Bağdat Kutulamare savaşlarında bile ordumuzun yeniden kullandığını dahi anlattım. Bu toplar, bilhassa da Bağdat halkının “Ebu Hızzâme” adını verdikleri top, Rafizilere karşı Bağdat’ın hürriyet nişanesi olarak asırlardır kale önünde sergilenir, hâlâ daha da öyledir diye biliyorum..
Kısa sohbette hızlıca böyle bir tarih dersi verince çok hislenen duygulanan bu genç kardeş bunların çoğunu bilmediğini üzülerek söyledi, ve haliyle de bu cehaletine hayıflandığı belliydi bu muhlis Arap kardeşimizin. Yazık ki anlattıklarımın çoğu meşhur ve basit bazı tarih bilgileri olduğu halde Türk gençleri de bunların çoğundan hatta bazısı tamamından habersiz..
Ruhlara, kalplere, kafalara batıl hudutlar çizilmiş. Ve Ümmet birbirine yabancılaştırılmış. Hatta yer yer düşman edilmiş..
Tabi ki o gence ne Hilafetin sonunu getiren 1918 Filistin bozgunundan ve oradaki bir kısım İttihatçı subaylardan, ne Şerif Hüseyin ve Irak ve Ürdün kralları yapılan oğullarından, ne de bu Laik asırdaki Körfez savaşları ve Ankara’daki Nisan tezkeresinden, Çekiç güç ve Amerikan hava üssünden ve senelerce Bağdat, Musul, Rakka, Halep üzerinde bombalar bırakan sömürgeci uçakların ve uşakların hikâyesinden, bahsetmedim.. Bir kısmını biliyordur zaten, tanık olarak.. O bahsi ne o ne de ben açmadık.
Yıllarca bir sokakta birlikte oynamış iki çocukluk arkadaşındaki gibi bir aşinâlıkla ve muhabbetle kucaklaşıp vedâlaştık..
Ümmet düşmanı malum küffarı üzecektir bu kucaklaşmalar.. Kemalisti de, Baasçıyı da, Rafiziyi de..
Levent AKINCI