“Teknoloji Zombisi” yeni nesil bilmez.. Henüz internet, bilgisayar, cep telefonu hatta renkli televizyonlar bile yoktu.. Neredeyse kırk sene kadar eskiden bahsediyorum..
Sanal ve Yalan üzerine kurulu bir hayat değildi. Yetişkinlerde de çocuklarda da hakiki dostluklar ve hakiki neş’eler vardı..
Aile vardı, akraba vardı, komşu vardı, mahalle vardı.. Kedi vardı, koyun vardı, inek vardı, tavuk vardı, köpek vardı, ırmak vardı, dağ vardı, toprak vardı, ağaç vardı, kuş vardı.. Geceyi gece gibi gündüzü gündüz gibi yaşamak vardı. Mevsimler dolu dolu ve layıgıyla yaşanırdı, Bahar vardı, yaz vardı, güz vardı, kış vardı.. Baktın mı az yukarı, beton değil gökyüzünü görürdün. Ve aşağı baktığında da bir çok yerde toprağı görürdün.
80’ler, Bayburt merkez.. Çocuktuk, gündüzleri çok yorulur, geceleri erkenden mecburi yatar uyur, ama bayram geceleri asla uyuyamazdık. ????
Ben hâlâ bayram geceleri sevinçten uyuyamayıp sabahlarım..
Kışın yolları buzlandırıp kızak kayma, yazın Çoruh’ta yüzme sefası yapardık. ????
Çorak memleketim benim.. Neyi meşhur, tabii ki şükrolsun, buğday ve kartolu. Ama meyve pek yetişmez kışın eksi kırk gören sert iklimli yurdumda.. Zaten nadir yetişir onda da erik de hep en uç dallarda olurdu yav ???? Daldan düşmeden erik toplamak bir cambazlıktı resmen 🙂
Güzün bazen büyüklerimiz ile dağa tepeye gider alıç, kızamık toplardık. Bizden evvelki nesil büyüklerimiz bazen dağdan geven ve yaban tezeği toplar getirirdi, sobada yakılırdı. Sobanın üstünde güğüm eksik olmazdı. Borulara monte edilen demirlere asardık elbiseleri kurusun diye. Memleketin neredeyse altı ayı kış idi. Ama biz her mevsim sokaklarda idik..
Haylazlık ve muzipliğimiz çoktu. Ama mesela camiye hocaya gider gelirken mushaf-ı şerif’i üç defa öper alnımıza koyardık, ekmek yere düşse üç kez öper alnımıza koyardık; büyük biri geçerken derhal toparlanırdık, edebliydik, dürüst idik, merhametli idik. Misal, bir kediye asla tekme atamazdık, birini dövse biri hemen ayırırdık, yükü sırtında bir nine görsek koşar yüklenir misal Galer mahallesinden Suçıkan mahallesine kadar taşır ve mukabilinde harçlık veya yemiş vs ikram edince de aldığımız terbiye gereği katiyen alamazdık veya ısrar edince zorumuza giderek utana sıkıla alırdık. Bir büyük parasını düşürse yolda, koşar teslim ederdik, teşekkür olarak biraz para verse alamazdık. Fıtratın ve Aile terbiyesinin bir tezahürü olarak.. Keza, yalan söylemez ve söyleyemezdik. Kimsenin fakirliği veya herhangi bir bedeni özrü ile alay etmezdik. Bu tür farklılıklarımız olan hiçbir arkadaşı komşuyu dışlamazdık.????
Kedi köpek demişken. Her çocuğun bir “pisik çobanlığı” ve “it çobanlığı” yaptığı dönemi olurdu. Büyükler öyle derdi ???? Bazen bir kedi bazen köpeği barakadan tenekelerden veya koli kutuları ile yuva yapar grupca sahiplenir beslerdik. Evden yiyecek aşırır getirir yedirirdik ????
Büyükler, “ola ne salahana gibi sürtirsiz” derlerdi. Eve girmezdik ki ????
Kışın mesela, “ambu soyuhda köpehler bile durmir dışarda”, der kızardı bazen büyüklerimiz.. ????
Haqqaten poşaların itler ve bizden başka kimse sokakta olmazdı ???? Halimiz pisikten beter, keyfimiz paşada yok dedikleri durum aslında 🙂
Toprak ile daima iç içe idik. Bayburt merkez de olsa, çoğumuzun evinin bodrum veya ek binası olur inek, koyun, ve tavuklar olurdu. Tabiat ile barışık idik.. Tezekler arasında ve basmalıklarda oyunlar oynardık. Pönserek bir kurbağalı dere idi, arada içinde gezerdik ????
Bağışıklık zirve yani ????
Herhangi bir sululuğumuz olmazdı karşı cinsle. Karşılıklı olarak seviyeli idik. Ve saygılı idik. Bir kaç istisnai toplu oyun dışında ayrı oynardık. Erkek oyunları ve kız oyunları farklı idi.
Kar buz içinde çeşitli oyunlar oynarken donar, kış geceleri harlanmış sobanın fırınından patates alayım veya sobadaki tencereden et alayım derken mutlak yanardık ???? Ya elimiz kolumuz azcık yanardı ya süveterimizin önü ????
Sokaktan eve girmezdik çoğu kez. Büyüklerimiz kızardı; “Imirin iti gibi ac ac ne dolanirsiz eviz çöliz yoh mi” derlerdi, biz habire oynardık.. ???? Açlık hatırımıza bile gelmezdi çoğu zaman..
Pönserek deresine hepimiz bir çöp odun veya kağıt gemi atar akışı boyunca kıyıdan yürür “haydi benim geemim” diye slogan atardık güya yarıştırırdık, ta ki Çoruh’a varıp kayboluncaya dek.. ????
Çoruh; Nil, Fırat, Şat, Tuna’mızdı bizim.. Okyanus kadar engin idi bize..
Evin çatı katına veya kilerine falan musallat olunca o “tandura goydum paçayı” namlı türküdeki pokyenin pisigi; ???? canını yakmadan bir koli kutusuna çuvala vs koyup şehrin öte tarafına götürür bırakırdı büyüklerimiz. “Azıtma” derlerdi bu işe ???? Üzülürdük ???? Neyse ki daha babo eve gelmeden pisik çıkar gelirdi ????
Bazen mahallede kulübe yaptığımız pisik yani kedi veya guduk yani köpekcik, kendisi kaçar giderdi. “Tezitdi” derlerdi böyle firar edince. Yine üzülürdük ????
Azıtma, Tezitme, Segirtme, Paar vs. Bunlar hepsi Oğuzili’nin öz Türkçe kelimeleri. “Uşahg” mesela; Erzurum Bayburt civarında “ola uşağlar”, Tirabizon Rize tarafında “uy uşağum”.. Tüm Anadolu ve Balkan’da rastlanır. İstanbul’da dahi yaygın olmalı ki 1881 Redhouse sözlüğü bile “Turk” maddesini açıklarken “Osmanli, Turk, Turk-Ushaghi, Musliman”; “Turkish Language” maddesinde de “Turkja, Osmanlija, Muslimanja” demiş.. Biz gençlere çocuklara “Uşağh” diye seslendiğimizde burun kıvırıp çemkiren monşer özentili batı taklitçisi maymunların kulakları çınlasın!
Evin mutfağının atıklarına “Yuntu” derlerdi. Asla çöpe atılmazdı. Varsa kendi inek veya koyunumuza, yoksa olanlarınkine verilirdi. İneğimiz için çok yuntu topladım ????
Sürekli bir şeyler taşırdık. Çeşme’den “su”, sobaya “odun”, ineğe “yuntu”.. Boş vakit olmazdı yani. Hiç bir şeyle meşgul değilken bile bir şeyler çıkardı muhakkak. Yani evde bir odada dört duvar arasında bir ekran ile dünyaya ve hayata yalandan bir temas sözkonusu değildi, hayatın içinde ve faal idik hep. Hem ruhen zihnen hem bedenen..
Toplamak demişken.. Ramazan’da “Onbeşi” bayramlarda “Bayramlık” toplardık ???? Garip bir adet. Herkesin mülkünden herkes tadmış olurdu.. Rızkı paylaşmak, dağıtmak gibi derin mesajları vardı sanki..
Akşamları nenemiz “Hekat” yani hikaye masal anlatırdı. Ezop ve Anderson Masalları halt etmiş yanında, dedirten meraklı maceralı ve hikmetli hikâyeler..
Şehit Osman Tepesi, veya Sucıkan yamaçlarında yemlik, evelik, ebemekmeği yani madımak vs toplardık. Evelik bahçelerde de olurdu. Sevmezdim, ama; “yeddi derde devâdur” derdi ninem.. Şifalı imiş. Halk irfanı. Doğrudur. Hatta cin peri hikayesi anlatırdı bununla ilgili ninem; uzun bir hikaye, sonunda peri kızı adama derdi, beni sal gideyim, karşılığında büyük bir sır vereceğim sana.. Ve giderken son sözü, evelik var ya; yedi derde devadır, derdi..
Kış geceleri dedem, Cumhuriyet yıllarında sandıkta damda vs saklayarak gizleyerek muhafaza ettikleri “Osmanlıca Kitaplar”dan okurdu, herkes toplanırdı soba başına. Bazen Ilmihal, bazen Battalnâme, Haydarnâme, bazen Garib ile Sanem, bazen Aslı ile Kerem hikayeleri.. O kitaplar dedelerden kalmış, bu gün bendedir, hâlâ saklıyor muhafaza ediyoruz. Bilhassa Ankaravi tefsiri, Birgivî ve Kadızâde, Halebî ve Kefevî; bu akaid ve fıkıh ahlak eserleri çok muhteşem kitaplar olup hâlâ saklıyorum. Ve istifade ediyoruz. https://youtu.be/_rvwdOH8hMM
Gâzâvâtnâme geleneği tüm Anadolu’da vardır. Mesela Antakya havalisinde de Baybarsnâme türünden gazavatnâmeler okunur veya anlatılır.. Danişmend Gazi, Barak Gazi, Osman Gazi.. Bölge bölge değişiyor ve istinsahı edinilebildigi kadarıyla diğerleri. Bazıları metinlerden okunur bazıları da ezberden nakledilegelirdi bu hikâyelerin. Anadolu’da yaygın bu anlatma ve okumalar.. Kış geceleri bilhassa mahalle veya köy odalarında ve hanelerde bu okumalar daha çok görülürdü.
Hangi gafil demiş Ümmî toplumlar cahildir diye! Bir evde bir sokakta bir imam veya bir aile büyüğü bilse okusa, herkese ulaşıyordu bilgi.. Şimdi iletişim çağında teknoloji sarhoşuyuz da ne oluyor? Bir velede bir tek ince kitabı bile okutamıyorsun! Bırak kitabı on dakikalık ve zevkli renkli meraklı bir belgesel filmi ödev verip hadi seyret de üzerinde konuşalım diyorsun da dizini kırıp sabredip on dakika dikkatini verip seyredemiyor! Hey gidi! Biz saatlerce okusa anlatsa ağzının içine bakardık dedemizin.. Ertesi akşam hikayenin kaldığı yerden devam etsin diye sabırsızlanırdık.. Veya ninemizi zorlardık, bir hikaye bitince bir tane daha bir tane daha diye..
Az büyüdüğümde belki de dedelerin müderris babanın muallim olması da etkilidir bilemem, akranlarıma göre erkenden başlamıştım okumalara. Ömer Seyfettin serisini ezbere biliyordum. Kemalettin Tuğcu hikayelerinin çoğunu. Dini kıssa ve hikayeler ve Tarihi roman ve hikayelerin çoğunu ezbere biliyordum. Babam sürekli hikayeler getiriyordu okuyordum götürüyordu. O da yetmiyor halk kütüphanesine dadanmıştım, giriş katında ilk ve orta mektep seviyesindeki çoğu kitap ve mecmuanın yerini bile tek tek biliyordum. Kitap alınır verilirken imza atılırdı deftere, o defterlere bir gün ulaşabilirsem o günlerde o senelerde ne kadar okuduğumu belgelemiş de olacağım ????
Velhasıl evde durum anlattığım gibi idi.. Bir de sokaklar var.. Eve girmezdik, gün batmadıkça.. Dede kanunu ve sopası olmasa onu da yapmayacagız. ???? Aksam ezanı bir sınır idi. “Yer gök mühürlenir” derlerdi. Ezan bitmeden evde olmak gerekirdi. Büyük küçük herkes için geçerli idi bu kural.
Bir sürü oyun vardı. Hepsi de hem ruhen zihnen hem bedenen yoran ve neşeli ve de hakiki oyunlardı. Eve odaya kapanıp telefon bilgisayar başında izole tecrit hapis hayatı yaşayan zamane sanal çocuklarına acıyorum.. ????
Toplu bir hipnoz ve narkozda dünya..
Bu, bizim, Bayburt’ta geçen çocukluğumuz. Her yönünü yazsak çok kalınca bir kitap olur.. Bir kaç güzel hatırayla iktifa ederken, büyük şehri, İstanbul çocuklarını da güzel anlatan “Kuş Hatıraları” isimli İ. Sadri şiirini de hatırlatalım. Bazı yerleri hariç gerçekten de benzer bazı hatıralar anılmış. https://youtu.be/0N5YO1liCuE Fakat yazık ki hem bazı batıllar övülmüş, hem de bazı iyiliklerin sırrı bizzat o günkü şartlar imiş gibi sunulmuş.. Hayır, dogrusu şu ki; Laikliğin ve türevleri olan Modernizm, Feminizm vs ve Ateizmin teknoloji refakatinde yayılmasıyla kaybettik tüm o son kalan değerleri..
Ve son olarak şunları da demeliyim; sonradan hidayetle irşad olup terk ettiğimiz malum Kemalist şirkler ve bazı hurafeler vs haric; bizim “hakiki” ve “tabii” çocukluk ve ilk gençliğimiz, bu günkü “sanal” çocukların ve gençlerin “yalan” dünyasından çok daha güzeldi. Ve iyi güzel doğru olan şeylerin hepsi Hilafet devrinden bize kalan kültürün kalıntıları kırıntıları idi. Yani kimse çıkıp da laik asır güzellemeleri yapmasın. Eskiden şöyleydi eskiden böyleydi, akrabalık, komşuluk, dostluk, merhamet vs derken. O iyi şeylerin hepsi daha eskinin yani “Osmanlı’nın ve de evvela Fıtrat’ın, Laikligin tahribatına rağmen ayakta kalabilmiş kalıntıları”ndan ibaretti..
Levent Akıncı