Kategoriler
Güncel

Fareler ve İdeolojiler

Hayvan davranışlarını araştıran ve deneyler yapan John Calhoun, 2. Dünya Savaşı sonrasında bir dizi fare deneyine başlar ve yıllar içinde bunu geliştirir. Tafsilat için linkteki videoyu tavsiye ederiz.

Calhoun’un “25. Evren” deneyi.

Başka da çokça video veya yazılar var bu deney hakkında, meraklıları oralara da göz atabilir.

Evet, ibretlik bir fare deneyi.. Her türlü imkânlar, ve belki onlar için “İDEAL” olacağı düşünülen bir yaşam standardı sunulduğu hâlde, tabiattan ve tabiatlarından kopan ve her türlü rahata ve imkânlara rağmen büyük yıkımı yaşayan, tabiri caizse mayası, mizacı, seciyesi, fıtratı bozulan farelerin şaşırtıcı akibetleri… Ve yine tabiri caizse, rahatlık batmış dedirtecek türden bir bozulma hikayesi. Dikkatle seyredelim.. Bu deney hakkındaki videoları seyretmeden veya deneyin ne olduğunu, neden yapıldığını ve nasıl sonuçlandığını okumadan, tembellik veya acelecilikle doğrudan bu makalemizi okuyacaklar pek fazla bir şey anlamayacaktır.

Artan dünya nüfusu, çarpık kentleşme ve bunun nereye varacağı gibi konu ve sorularla yola çıkıyor ve kendisini de çok şaşırtan, çok daha farklı sualler sorulacak ve derin cevaplar bulunacak sonuçlara ulaşıyor Calhoun. Ve neticede o da işin içinden çıkamıyor. Dilinde bir kaç iyi temenni ile ama kafasında bin bir sual ile..

“Artan NÜFUS ve azalan PAY”… Tarih boyunca yaşanan tüm savaşlar, göçler, ihtilâller, teknik ilerleme vs her şeyin sebebi olarak açıklanır hep. Modern bazı akımlar, çeşitli ideolojiler böyle yaklaşıyor tarihe ve hayata… Tüm ferdî veya ictimai hadiseleri, kaynaklar ve paylaşımı ile izâha kalkışıyorlar… Ama hakikat öyle değil işte!..

Değil fareler, günün birinde çekirgeler kadar çok bile olsa insanlık, Allah’a kullar olarak ve O’nun hükümlerine tabi olarak, tabiat ve birbirleriyle sulh ve ahenk içinde yaşayabilirler. Hakk’ın emir ve nehiyleri terk edilir ve Hakk’ın halk ettiği fıtrata ters düşülür ise yeryüzünde veya bir beldede sadece iki kişi bile olsa, yine de ikisine dar gelir ve hadde tecavüzde ve zulümde bulunur hükmü çiğneyen ve fıtrata ters düşen taraf. Ve Kabil Habil’i katleder..

İnsanı ve kâinatı mâneviyatsız ve sadece maddiyât ile; sadece ÜRETİM-TÜKETİM, emek-ekmek, kâr-zarar vs ile kısacası İŞKEMBE veya UÇKUR ile veya da BİLGİ-BİLİM-İLERLEME-BAŞARI ile açıklamaya çalışan her ideoloji batıldır. Komünizm, Sosyalizm, Faşizm, Kapitalizm, Demokrasi, Pozitivizm, Naturalizm, Sekülerizm, Ateizm, Feminizm, Hümanizm vs tüm beşer ürünü nizâm ve fikirler, izmler, ideolojiler, rejimler kör topal, batıl ve zalimdir. “Emr”e de “Halk”a da, yani “Şeriat”a da “Hilkat”e “Fıtrat”a da terstirler. Eşyâyı, “Ekini ve Nesli” yani “Âlemi ve beni Ademi” ifsad ederler..

Ekser insan ölünce, bir kaç gün sonra cesedi çürümeye başlar ve lağımdan bile beter kokar.. Bu mudur? Her şey bundan mı ibaret? Ölüsü köpek ölüsünden farksız iken dirisini köpeklerden farklı kılan bir şeyler olmalı? Mutfak ile Tuvalet ve Yatak odası arasından ibaret bir hayat. Yürüyen bir pislik çuvalı, gübre fabrikası, veya damızlık bir hayvanınki gibi bir yaşam.. Ha bir de, bu döngünün devamı için harıl harıl bir iş hayatı.. Okul, İş, Bilim, Teknoloji, Üretim, Ticaret, Alışveriş vs.. Mânâyı kaldır, maddesi bu işte! Alimin dediği gibi; bütün gayreti karnına giren şeyler için olanın kıymeti de karnından çıkan kadardır.. Fotoğrafı çekilemeyen tek hakiki mutluluk şudur; kalplerin ancak Allah’ın zikriyle mutmain olup huzura ermesi.. Geri kalan pozlar, sadece etrafa ‘mutluyuz’ mesajı vermek için bürünülmüş yalandan bir kisvedir. Hep bir ‘mış’ gibi ile geçer ömür.. Öyle bir yalan ki, kişi kendisini bile inandırır..  

Deneye dönersek; bu ibretlik ve hakikatli deney üzerine söylenecek çook şey var..

Bilâteşbih; insanoğlu da buradaki gibidir bazı; yani adavet ve zulümde belki çoğu kez sebeb-i vesile kaynakların paylaşımı gibi görünse de asıl sebep varlık-darlık meselesi değildir. Çatışma ve yıkım; ifsad olan FITRAT ve kaybedilen DEĞERLER ile ilgilidir. İş bu deneydeki gibi..

Tolstoy’un “İnsan Ne İle Yaşar” kitabı başta olmak üzere, Jack London’un “Beyaz Diş”i ve daha bir çok mütefekkir ve yazarın kitabını ve çeşitli filmleri, sanat eserlerini aklıma getirdiği gibi; Erich Fromm’un “insanoglunun tabiattan kopması” ve “özgürlük” konulu bazı görüşlerini, ve bilhassa 55 yapımı “Cennetin Doğusu” adlı filmi ve filme fikir babası olan 52de yazılmış olan “Cennetin Doğusu” adlı romanı da hatırlatıyor bana bu deney.

East of Eden… Her türlü imkânları olduğu hâlde iki kardeşe dar gelen dünya… Biri sürekli takdir görmüş, sevgi ile güvenle şişirilmiş; diğeri ötelenmiş iki kardeşin hikâyesi..

Tabiî ki meşhur “Fareler ve İnsanlar”ın da yazarı olan Steinbeck ve diğer batılı Hristiyan veya Yahudi asıllı yazarlar; Habil-Kâbil kıssası gibi çeşitli kıssaları ve tüm diğer teolojik meseleleri, hep içinde büyüdükleri toplumun dinine, muharref kitaplarına göre değerlendirip, romanlarında da o bakışla çeşitli olumlu veya olumsuz atıflar yapmışlardır. Biz bütün o muharref dinlerdeki batıllardan da onlarla birbirinden beslendikleri zıtları olan dinsizlik batıllarından da berîyiz. Hakiki kıssa, İslâm kaynaklarında geçen neyse odur.

Batılı kalemşörler dini överken de kötülerken de ellerindeki muharref Tevrat ve İnciller’i esas almıştır. Ve Kur’an’da da yâdı geçen bir çok itikadi mesele ve emir yasak ve kıssa, haliyle biz müslümanların bildiğinden bambaşka bir surette tasvir edilmiştir.

Mesela Kabil Habil’i öldürünce Cennet’in doğusuna gider güya. Veya yukarıda da bahsettiğimiz roman yani John Steinbeck’in, adını bu kıssaya atfen verdiği “Cennetin Doğusu” adlı roman.. Onda da bahsi geçer, hem de kitabın etrafında dönüp dolaştığı en temel konudur; Habil Kabil ve Iyilik Kötülük konusu.. Muharref Tevrat’ta geçen “Timşel” sözüne, romanda da görüldüğü gibi çok zorlama bir yorumla “Yapabilirsin”, yani “İyilik de kötülük de tercihe açıktır” mânâsı elde ediliyorken, Kur’ân ve Hadisler’de gayet sarih olarak ve defaatle ayan beyan zikredilir ki “İnsanın önünde tercihe açık iki yol vardır”.. Yine, Kur’an’da “şeytanın hilesinin zayıf oldugu ve Rahmân’a kul olanları ayartamayacağı, onlar üzerinde tahakkümünün olmadığı; hevasını ilah edinenin, nefsini kirletip gömenin helak olacağı; nefsini temizleyenin felaha erdirileceği..” gibi inzar ve tebşir haberleri cahil bir kocakarının bile anlayacağı bir sarahattedir. Celâl ve Cemâl sahibi Kemâl sahibi Hakk Teâlânın buyruğunda hem korkutma hem müjde birlikte görülmektedir. Yahudilikte adeta sadece Celâli ve Cehennemi olan bir tanrı anlayışı, Hristiyanlıkta ise adeta sadece Cemâli ve Cenneti olan bir tanrı anlayışı göze batar. Allah Subhanehu ve Teâlâ Zulcelalivelikrâm ise bütün o batıllardan nakıslıklardan münezzehtir. Ve şunu da belirtelim, sadece korkan dehşette kalan insan me’yus, ve sadece seven ümitlenen insan da küstah şımarık olur. Bu hususta da yine Kur’an’da “Korku ile Ümit arasında” olmak gerektiği buyrulur. Beşeri dengede tutacak ve insan-ı kâmil ve bilge-erdemli yapacak olan yol budur.

Yahudilere ve Hristiyanlara göre “insanda aslolan kötülüktür ve her çocuk günahkar(?) doğar”.. “Sevabı da günahı da işleme kuvvesiyle masum olarak doğar” değil. Bunu biz Müslümanlar diyoruz. Yani her çocuk fıtrat üzere tertemiz doğar.. Onlarsa insan doğuştan günahkar derler. Yani “İnsanda aslolan mutlak kötülüktür” onlara göre.. Zaten sonraki insan soyunun Kain(Kâbil)’den türediği yazar yaratılış bölümünde.. Ve incillere göre tanrı bu soya bulaşmamış olan haşa kendi oğlunu Mesih’i gönderir dünyaya, ve insan soyunun günahına kefaret olarak acılar içinde ölür haşa.. Ve yine muharref incillere göre her doğan insan “vaftiz” olmalıdır. Onlara göre her bebek kötü doğar çünkü..

“Çünkü insan yüreğindeki eğilimler çocukluğundan beri kötüdür” (Yaratılış 8/21)

“Böylece Vaftizci Yahya çölde ortaya çıktı. İnsanları, günahlarının bağışlanması için tövbe edip vaftiz olmaya çağırıyordu” (Markos 8/1)

“Bu nedenle gidin, bütün ulusları öğrencilerim olarak yetiştirin; onları Baba, Oğul ve Kutsal Ruh’un adıyla vaftiz edin” (Matta 28/19)

“..İnsan benliğinden ötürü güçsüz olan Kutsal Yasa’nın yapamadığını Tanrı yaptı. Öz Oğlu’nu günahlı insan benzerliğinde günah sunusu olarak gönderip günahı insan benliğinde yargıladı..” (Romalılar 8)

Kısacası batılı Yahudi ve Hristiyan kökenli yazar çizer takımı dine, dinler tarihine ve kıssalara dair ne biliyorsa malumatları bu gibi hurafattan ibaretti. Kuran ve Hadislerde ise insanın “Fıtrat” üzere tertemiz ve bir “İrade” ile iki yoldan birini tercih edecek şekilde halk edildiği, sonradan kötülüğe düştüğü ap açık yazar.. Hatta aslında iyi olmanın fıtri ve kolay olup kötülüğün daha zor ve uğraş istediğini dahi görebiliyoruz ayetlerde ve hadislerde.

Hak kitab Kur’ân ile Muharref kitaplar arasında böyle sayısız fark vardır, bu anlattıklarımız bir iki misal sadece. Mesela muharref kitaba göre Adem Cennet’te bilgi ağacının peşine düştüğü için; yani güya, Tanrı insanlar da kendisinin güç ve bilgisine erişirler korkusuyla bilgiyi kıskandığı cezalandırılır. Ne kadar aciz mahdud bir tanrı anlayışı.. Oysa Kur’an’da tam tersi, Allah Subhanehu ve Teâlâ’nın Âdem Aleyhisselâm’a bütün isimleri yani ilim öğrettiği anılır, hakeza Muhammed Aleyhisselam’a vahyedilen ve son kitap olan Kur’an’ın her yerinde ilim talep etmenin ehemmiyeti anılır ve ilk inen âyet de ikrâ yani oku’dur. Hadiste ilim taleb etmenin kadın veya erkek her mümine vecibe olduğu buyrulmuştur..

Batıda kiliseler dini kitapların halkın eline geçmesine ve matbaa ile yaygınlaşmasına karşı çıkıp kıskanır, sakınır ve gizlerken bizde Ankaravî, Birgivî, Kefevî, Babadagî, Kadızâde vs ulema bilhassa Osmanlı Türkçesi eserler yazıp çoğalttırarak ilmin doğrudan âvâma da ulaşmasını arzuluyorlardı.. Ha, matbaa ile mushaflar hadisler ve islami eserlerin tab edilmesi geciktirilmiş ise bunun da bir çok farklı sebebi olmakla birlikte en önemlisi şuydu, matbaada istinsahtan farklı olarak şöyle bir dezavantaj vardı malum; bir yerde bir dizgi baskı hatası olursa tüm seride aynı hata yer alacak ve ülkenin her yerine dağılacak yüzlerce binlerce mushaf, hadis kitapları ve eserleri tek tek toplayıp düzeltme imkanı olmayacağı ve bunun büyük bir vebal olacağı endişesi olduğunu ve matbaaya başlarda bu yüzden hoş bakılmadığını usta tarihçilerin hepsi bilir.. Zaten her şehirde müstensihler hattatlar çarşısında müstensihler ipliklerini cildini çözdükleri bir kitabı bazen varak varak dağıtıp her biri birer sayfayı kısa sürede dakikalar içinde bakarak çoğaltıyor, sonra varakları topluyor, ciltliyor, ikinci kitabı kısa sürede müşteriye teslim ediyordu. Hem böylece bir hata olacak olsa bile en fazla bir nüshada yer alıyor diğerlerinde tekrarlanmıyordu. Ve dediğimiz gibi, nice alim eserleri doğrudan âvâma ulaştırma gayretinde idi.

Evet batıda dini metinler kilisenin tekelinde ve saklı tutulurken, ki kilise bu yüzden matbaaya savaş açmıştır, bakınız ‘NotreDame’ın Kamburu’ roman ve filmine; bizde alimler ilmi bütün halka yayma ve bunun için de Türkçe yazma ve çoğaltma gayretinde idi.. ‘Şeyhi olmayanın şeyhi şeytan mıdır’ başlıklı makalemize göz atınız.. Bizim ortaçağımız devrimler ve darbelerle yasaklarla ilme ulaşmamızı engelleyen laik asırdır..

Dağıtmadan konuya dönersek; esasen Batı’da avamın buhranı kadar bazı Yahudi veya Hristiyan asıllı Ateist, Deist, Agnostik, Naturalist vs aydınların buhranını da konuşmak lâzım. Bilhassa sanayi devriminden günümüze kadarki yazar, sanatçı, bilim adamı vs aydın zümreyi…

Erich Fromm dedik mesela. Yahudi asıllı ama ateist… Jack London Hristiyan asıllı ateist ve evrimci diye biliyorum… Çok var böyle…

Muharref kitapların tevhide ve fıtrata ters, zalim, sapkın haberlerini, hikâyelerini, hurafelerini, ve sadist veya mazoşist felsefelerini reddederken, ‘böyle tanrı olamaz’ diyerek adeta, yaradanı da reddeden aydınlar… Nietzsche gibi… Hakeza diğer bir çokları gibi..

Mesela Nietzsche; çileci ve cebriyyeci bir din anlayışı ile Hristiyan halklarının zulümle sürü gibi güdülebildiğini görmüştü ve bu sömürüden tiksiniyordu. Yanlış hatırlamıyorsam, aynı şahsın İslâm ümmeti hakkında ise hayranlık ifade eden sözleri var. Kilise tarafından aforoz edilen Tolstoy ise deist diye bilinmektedir. O da İslâm medeniyetine hayrandır. Hatta bazıları ahirde İslâm olduğunu dahi söylerler. Bizce meçhul bu tabi. Fakat şurası malûmdur; Tolstoy hurafeci ve zalim ve sömürücü bir dine tavır alırken Nietzsche gibi ateizm çukuruna düşmemiş, faturayı doğrudan kiliselere ve saraylara kesmiştir.

Hastalıklı zıtlar birbirini iter. Birbirini doğurur. Ve dahi birbirinden beslenir. Skolastik ve dogmatik muharref dinler ile seküler ve septik paranoyak ateizm bir madalyonun iki yüzü gibidirler… Kiliseler ve sinegoglar ve beraberindeki saraylar, senatolar, zenginler, elitler vs, ateizme çalışıyor adeta… (Laik tuğyan asrı olan asrımızda, yani bizim ortaçağımızda, İslâm memleketlerine çöreklenmiş, daha doğrusu tavzif olunmuş rejimler ve elitler ve yanlarına aldıkları sözde müslüman din adamları da aynı şekilde ateizmi besliyorlar).

Bilhassa Matbaa, Rönesans, Reform, sözde Aydınlanma, Fransız devrimi ve Laiklik, Sanayi devrimi süreçleri iyi incelenmeli. Hepsi birbirinin devamı mahiyetinde hadiseler..

Bu, Batı aydınlarının hurafeci ve sömürücü ve zalim dinlere karşı tavır alırken dinsizleşme süreci kadim Yunan ve Roma’ya bir dönüş gibi oldu. Sanayi devrimi sonrası elektrik, elektronik ve atom çağına girilirken de artan ateizm ve türevleri ile devam etti bu ayrışma..

“Neden acaba İslâm medeniyeti Atlantik’ten Pasifik’e dinle altın çağlarını yaşarken biz dinle ortaçağımızı yaşadık, bir sürü iç savaş ve doğuya Haçlı seferleri ile binbir çeşit zulüm ettik? Onlar dinle ihya oldukları ve nice keşiflere imza attıkları hâlde biz ise ancak dinden sıyrıldıktan sonra akla bilime yelken açabildik? Onlar dinle mağribden maşrıka bir aile olabilirken biz din ile ahlaksız ve paramparça ve sapkın iğrenç bir hayat içinde olduk?” diyenleri olmuş mudur, bu ve benzeri soruları soranları olmuş mudur, hangileri böyle bir sorgulama yapmış, bunlar üzerine kitaplar yazılmıştır; yazılacaktır da..

Evet, adeta Sadist Yahova anlayışı olan Yahudilik ve adeta Mazoşist bir Jesus anlayışı olan Hristiyanlık hurafâtı arasında sıkışan bir kısım Batı’lı aydın zümresi yazık ki İslâm ile müşerref olmamış, bazı cihetleriyle Kiliseden beter bir yere düşüp dinsiz olmuşlardır. Bazen de beraberinde Sosyalist veya Anarşist olmuşlardır.

Sanki; Hurafeci Dinin Dogmatik Skolastik sömürü, zulüm ve sapkınlık zindanından firar için bir çıkış arayıp, tüneli gördükleri zannıyla koşarken Sekülerist Septik Ateizm çukuruna düşmüşlerdir. Yani bunu vicdan ve ahlâk sahibi olanları için diyorum bilhassa..

Ayrıca bu yazar, sanatçı ve bilim adamlarının bir çoğunun da ya ekonomik ya psikolojik problemleri olan ebeveynlerinin olduğu ve çeşitli suretlerde travmatik denecek türden bir çocukluk yaşadıkları göze batıyor… Ateist vs olmaları; sadece dini kullanarak halkları ezen devletlere ve zenginlere ve sadist veya mazoşist vs saçma sapan bir tanrı anlayışı olan din çevrelerine bir tepki ve intikam değil, aynı zamanda ailelerine de bir öfke patlaması ve isyan gibi..

Mesela, Jack London’un babasının kim olduğu kadimden beri tartışmalı imiş; düşünün, şöyle bir ortamda büyümüş, o doğunca anne intihara kalkışmış ve geçici olarak akli dengesini yitirmiş, bir süre başka bir kadın bakmış Jack’a. İlk olarak o bakıcı kadını anne bilmiş yani, epey bir zaman sonra annesi düzelip biriyle evlenince yanına almış tekrar ve Jack seneler sonra, annesinin, “baban o” dediği adama mektup yazıp sorunca, adam onu reddetmiş vs… Ayrıntıları merak edenler biyografisini araştırabilir. Veya mesela, Steinbeck, Cennetin Doğusu kitabında neden acaba kendi ailesini de temsil ettirir karakterlere? Ayrıca, Steinbeck’in evvelki tüm kitaplarının adeta bu kitaba hazırlık ve prova olduğunu da söylediği bu romanda en kötü karakter Cathy yazarın eski karısını temsil ediyormuş.. Bildiğim kadarıyla Erich Fromm’un anne ve babasının ciddi ruhsal sorunları varmış… Devrinin vahşi ve kirli Avrupa savaşlarına bir tepki de olan Medan Geceleri’nin baş yazarı Naturalist Emile Zola’nın çocukluğu da pek sağlıklı sayılmaz… Bu bahis uzar gider; bu da başka bir makalenin konusu olsun.

Görülen o ki, bu tür, aslen Yahudi veya Hristiyan, şahsen dinsiz olan yazarların, dinler hakkındaki fikirleri aslında bir öfke, isyan ve intikam duygusu taşıyor, ve aslında, sadece havraya, kiliseye ve dinle zulmü meşrulaştıran ve halkları sürüleştiren devletlere ve zenginlere değil, aynı zamanda o devletlere ve dinlere tabi birer fertler olan o sorunlu anne ve babalarına da hem bir öfke ve hem belki acıma ve hem de kadere isyan taşıyor gibi..

“Allahualem” diye bağlayalım da, “kalp ve niyet okuyucusu” psikanalistlerden olmayalım..

Yahudi asıllı ateist Freud’un tanrıya, dine, ahlâka, aileye ve babalara açtığı adı konmamış savaşın sebebini de buralarda ararsak, onun psikanalizm dediği kılıç dönüp onu da kesmiş olur.. Çok da yerinde olur..

Tıpkı bilimi ve çeşitli deney ve gözlemleri din aleyhinde kullanmada yarışan ideolojilere, iş bu 25. Evren deneyinden, böyle üzülecekleri sonuçların çıkmış olması gibi..

Bu bahis ve örnekler, yani dinsiz aydınların dinlere olan nefret ve öfkelerinin sebepleri ve sonuçları konusu uzar gider, yine bu da başka bir makalenin konusu olsun… Haddi zatında çeşitli yazılarımızda uzunca izah etmiştik.. Bir kaç alıntı yapıp ana konuya dönelim;

https://youtu.be/k5DrjaHvqhk Bakınız 1958’de kayda alınan bu videoda Yahudi Asıllı bir Ateist Sosyalist olan ünlü Psikanalist Erich Fromm’un Skolastik tarihle içinde olduğu iki kutuplu Seküler dünya arasındaki sıkışmışlığı ve “Anlam” ve “Huzur” arayışı.. Yer yer çok güzel Teşhisleri var insanlığa ve devletlere dair.. Bilhassa “Araç olması gereken Bilim Teknik ve Başarının Amaca dönüşmesi ve Anlamsız insanın Mutsuzluğu”nda çok haklı ve “Büyük Yıkım” ve Nükleer Biyolojik Kimyasal silahlar korkusunda çok haklı.. Fakat Tedavi önerisinde İslam olmadığı için sonunda Utopik Hayali bir şeyler geveliyor ve işin içinden çıkamıyor vesselâm..

https://youtu.be/_-hG6-yiRFE Yine Erich Fromm 1980 kayıtlı bu görüntülerde de “Mâneviyatsız” Modern insana dair muazzam tesbitlerde bulunuyor. Bazı “Hasta” kimselerin “Normal” sürülerden daha iyi durumda olduğunu vurguladığı yerde adeta biz şairleri de tarif etmiş.. Ve “Vicdansız Aklın” bir halta yaramadığı manasındaki teşhisleri de güzel.. Yaklaşmış.. Yaklaşmış ama, hakikate teğet geçmiş maalesef.. Hakikat Hakk yoludur..

“Dinle Ey Kâfir” başlıklı makalemizde de temas etmiştik; Vicdanın gölgesinden ayrılmış bir Mantığa ve Bilime göre hiç bir iyiliğin hiç bir anlamı yoktur!

Bilim de Örf de Sanat da Din ile terbiye edilir. O mihenk ile istifade edilir bunlardan.

Sadece Felsefî Akıl ve düz Mantık ve Bilim ile, Ahlak ve Hukuk arasında hiç bir alaka yoktur!

Nakle, Vahye iman edilmeyip de Akıllara bırakılırsa hayat, akıl akılı nefs nefsi beğenmez. Her kafadan bir ses ve anarşi kargaşa yani.. Herkesin kendi hevâsını ilah edindiği ve domuz ve maymun sürüleri gibi (hatta onlarda bile bir düzen nizam vardır bir şekilde, daha da beter) bir sapkın hayat..

Veya bir kaç zındığın tâğutun üç beş lider veya parlementerin keyfine, hevâsına göre hükümler yasalar uydurulur, bir sidikli bir başka sidikli için rab olmuş olur. Kulun kula kul olması yani.. Düşün, sen de kulsun onlar da. Ve o birileri senin hayatına dair hükümler, emirler ve nehyler, yasalar ve yasaklar “uyduruyor”..

Demokrasi, Sosyalizm, Komünizm vs.. Allah’ın hükümlerini reddedip beşer işi yasalarla yönetmenin olduğu bu ideoloji ve rejimlerin hepsinde de bir şekilde liderlere, partilere ve parlementerlere aklını, iradeni “Kiraya” veriyorsun..

‘Dine gerek yok aklı bilimi dinle’ diyen veya benzer herziyatı dillendiren ateistler deistler agnostikler bilmeli ki; bir akıl ensest, pedofili, zoofili, lgtbi gibi sapkınlıklar için veya cinayet, yalancılık, dolandırıcılık, cimrilik gibi günahlar için sapıklıktır zulümdür diyebiliyorken, öbürü hayır canım ne var ki bunda bunlar normal şeyler olmalı diyebiliyor; bir diğeri kararsızım her fikre saygılıyım diyebiliyor; bir başkası çıkıp efenim ensest vs sapkınlık ama eşcinsellik kalabilir mahsuru yok diyebiliyor.. Herkes bir şey diyecektir o durumda.. Vahiy olmadan Ahlak da Hukuk da felç hatta hiç..

“Kime göre neye göre” suali karşısında bütün beşer ürünü dinler, ideolojiler, rejimler apışıp kalmaktadır. Çeşitli makalelerimizde temas etmiştik buna.. Sonda adresini yazdığımız yazıları tavsiye ederiz.

Bilime, Sözgelimi matematiğe göre yalanla aldatmayla veya hırsızlıkla vs haram yolla kazanılan bin para helal yolla kazanılan on paradan çoktur. Oysa vahye göre; o on para bereketlidir, veya zekat bereket, ticaret helal, faiz haram ve ziyandır..

Meselâ tıbba göre evlendiğin kadın da bir ettir onun annesi de aynı şekilde etten deriden oluşur, ikisi ile de cima etsen cinsel ilişkide bulunsan belki tıbben hiç bir sorun yoktur.. Hakeza daha çirkin hallerden daha sapkın işlerden de misal verilebilir. Sapkınlıkları ve zulumleri, Fıtrat ve Şeriat kabih görür, “Günah” der, çirkin işler olarak adlandırır, tiksindirir; Bilimsel olarak ise sorun yoktur, daha doğrusu bilimin ve bilim adamının diyecek sözü yoktur. Bilimle ilgili bir durum değildir bunlar. Bilimin dilsiz olacağı şeylerdir.

Günah demişken. Küfr Şirk en büyük günahtır..

Evet, biz müminler iki sebeple sapkınlıklardan ve zulumlerden tiksinir sakınır ve o cürümleri işleyenlerle mücadele ederiz; FITRAT ve ŞERİAT.. Yani bir; hilkatimiz, yaradılışımız, tabiatımız, mizacımız gereği yeryüzündeki tüm sapıklık ve zulumlerden tiksiniriz, nefret ederiz, sakınır ve sakındırırız. İkincisi; Vahiy yani Şeriatımız bize neyin adalet neyin zulüm, neyin sapkınlık neyin mübah olduğunu beyan etmiştir.

Ve “EMİR de YARATMA da O’nundur” diye buyrulduğu üzere, temiz yaratma yani beni Âdem ve Âlem yani “Kevnî Âyetler’ de; Din Şeriat, emir ve nehiyler yani “Kelâmî Âyetler’ de, her ikisi de ALLAH’ındır..

Evet, vicdanın gölgesinden ayrılmış bir mantığa ve bilime göre muhtaç bir yakınına, akrabana, komşuna, yetime öksüze ikram etmen ile sadece cüzdanını inceltir kasandan azaltırsın, giderler hanesini kabartmış olursun. Vaktini ve malını ve enerjini harcamış olursun.. Veya bir kediye bir tas su bir lokma yemek vermek yüktür masraftır.. Salt mantığa göre anneni babanı huzurevine bebeğini yetimhaneye yollamak çok mantıklıdır.. Salt mantıkla hareket eden insanların şerefi namusu raconu töresi ilkesi değeri olmaz. Evet, “Değerleri” olmaz. İnsanlıktan çıkarlar.

Efenim falanca da dinsiz, bilimperest ama şöyle iyilikleri var böyle iyilikleri var.. Olabilir kardeşim. İyi ki de o iyilikleri de var bari. Bir insan isterse dinsiz kafir olsun, bir kısım iyi haller onda olabiliyor ve bu, onun fıtratının tamamen tahrib olmadığının ve evvelki şeriatın ve örfün, kültürün ondaki muharref kalıntılarının kırıntılarının göstergesidir. Bazı dinsizlerde bazı iyiliklere şahit olabiliyoruz, veya bazılarının bir kısım sapkınlıklara bulaşmadıklarını görebiliyoruz, bilhassa islam ülkelerinde. Ha iyi ki de bir kısım sapıklıkları normal görmüyorlar. Ama bilmeliler ki, dürüstçe kabul ve itiraf etmeseler de hâlâ daha taşıdıkları bir kısım “Değerler”in kaynağı “Fıtrat” ve “Din”dir. “Akıl”la bilimle mantıkla zerre ilgisi yoktur..

Değerlerde kaynak “Kültür” diyorlar bazı sosyologlar ve psikologlar, onu da şekillendiren esas kaynak bahsettiğimiz iki mefhumdur.. Bilim ve Mantık falan değil..

Bu güruhun bazısı da diyecekler ki efenim iş “Vicdan”da(?).. Arkadaş vicdan merhamet insaf; mantıklı ve bilimsel mefhumlar değildir! Biz de onu anlatıyoruz burada işte! Hangi vicdan? Hangi hareket vicdanlı hangisi değil? Kime göre neye göre?.. Ve diyorlar ki “İnsan olmak lazım”(?).. “Özgürlük, Eşitlik, Kardeşlik” sloganı gibi bir ucuz laf bu da.. “Ateizm ve Sebepleri” başlıklı yazımızda da söylemiştik; Masonların ve İttihatçıların ve çoğu ideoloji mensubunun diline doladığı “Özgürlük, Eşitlik, Kardeşlik” sloganları yuvarlak ve içi boş, nereye çeksen gelir sözcükler sadece. Hak bir mihenk olmadıkça, sadece halkın uyutulmasında uyuşturulmasında en çok kullanılan klişeler bunlar..

Hulasa hiç bir iyilik bilimsel değildir. Kötülükten kaçınmak da öyle..

Ve Ahlak ve Hukuk bilimsel değildir, bilimle ilgisi yoktur. Ahlak ve Hukuk Akılla ‘Bulunmaz’, vahiyle bildirilir ve akılla ‘Bilinir’. Fıtratta hilkatte vardır temizlik iyilik, ama o kuvveyi fiile çıkartacak olan şey, tabiri caizse potansiyeli kinetiğe çıkartacak şey Vahiy’dir, Akıl da bunda, Nakli idrak edip iman ve amel etmede olmazsa olmaz bir vesiledir, araçtır ama başıboş veya amaç değildir..

Evet İnsan temiz doğar. Fakat iyilikler de tıpkı yetenekler gibi; onda adeta keşfedilmemiş ve işlenmemiş maden gibidir.. Fıtrattaki iyiliği ortaya çıkartan ve işleyen şey Vahydir.. Bunu reddeden, hayvan gibi olmaya hatta daha aşağı bir seviyeye talip olmuş olur.. Gelişim ve Öğrenme psikolojisi de bunu tasdik eder. Her şey önceki nesillerden öğrenilir ve ilk insana kadar gider bu zincir. O’na yani Adem Aleyhisselâma da sonraki Nebilere de Vahiy ile ögretilmiştir iyi ve kötü.

https://youtu.be/xJ7AXJyozGc Burada da Hristiyan asıllı Ateist Steinbeck 1962’de edebiyat ödülü aldığı Nobel töreninde, bilimsel gelişmelerden cesaret alıp adeta haşa tanrılığa soyunmuş.. Haşa artık Tanrı bizleriz demiş! Gerizekalı! Ya bu günkü teknolojiyi görseydi; heralde tanrıyı da biz yarattık haşa derdi bu kafayla! Ahmaaak! Yıl olmuş 2020ler, tüm kütlesi bir gram gelmeyen virüslerle zelil oldu bütün dünya devletleri, biçare insanlar aylarca evlerinden çıkamadı! Hep beraber yaşadık bunu. Neyin kafasını yaşamış küstah zavallı Steinbeck!

Hulasa ne Fromm bulabildi en büyük sualin cevabını ne Steinbeck ne de Calhoun..

Evet, başlıktaki konuya yani 25. Evren adlı fare deneyine dönelim artık;

Bilâteşbih, ama bazı cihetlerde bazen bazı insanlar da bu fareler gibidir işte;

Gördüğümüz gibi, fareler yokluktan değil adeta bolluktan ve ütopik bir komün veya demokrasi hayatından dolayı asimile ve yok olmuşlar… Proleterya âşığı Komünizm ve Sosyalizmin ütopya ve timsah gözyaşlarına aldananlara da çıkacak dersler var burada aslında… Yine, bir grup farenin aşırı sosyalleşmesi, ve gitgide sadistleşmesi, tabiri caizse edebi yitirip ahlâksız ve hukuksuz bir şekilde asimile olmalarına, azmalarına mukabil, diğer bazıları da kolonideki bu gidişattan sakınmak adına belki de, aksi yönde, aşırı bireyselleşme ve içe kapanma sonucu asimile olmuşlar… Teknoloji bağımlısı yalnız modernist insana da ibretlik bir ders çıkar buradan… Ve burası çok önemli işte; aile mefhumu ve sosyal ve cinsel roller yok olmuş ve yıkımı beraberinde getirmiş…. Buradan da feministlere ve kendilerinin truva atı ve mayın eşeği oldukları sevgi pıtırcığı lgtbilere de okkalı bir tokat gelmiş… Ve kendi hâline bırakılan sürünün vahim sonu; demokrasi’ye de bir acı gülücük atmış bu deney sanki..

“Bu bir fare deneyi sonuçta” diyebilirler belki. Bizim için böyle deneyler, bazen istifade edilebilir şeyler olsa da bu bilimperest ideolojiler için kutsaldır. Ve kutsalları kendilerini çürütüyor görüldüğü gibi..

Bu arada, “hocam neredeyse bütün izmlere ve daha çok da sola Sosyalizm ve Komünizme vurdun yine, ya Kapitalizm?” denecektir şimdi. Ona dair de başka bir makalemizde gerekenleri yazmıştık. “Sömürgeci Avrupa ve Amerikan Kâbusu” başlıklı yazımız.

Bu makalemizde, bahsettiğimiz Beyaz Diş, Cennetin Doğusu filmi vs kitap ve filmleri ve sömürgeci Kapitalist Avrupa-Amerika medeniyetinin buhranlarına ve fesadına da temas etmiştik, tavsiye ederekten son bir kaç nasihatla bitirelim;

Hiç bir batıl başka bir batılı, hiç bir ifrat bir tefriti, hiç bir zulüm başka bir zulmü meşru kılmaz. Birbirinden beslenen bu hastalıklı kutuplar insanlığa huzur getiremez.

Muharref dinler veya Dinsizlik, Komünizm veya Kapitalizm, Kinikler veya Kireneler, Skolastikler veya Sekülerler, Dogmatikler veya Septisistler… Maskülenler ve Feministler… Şamanistler ve Zerdüştiler… Diktatörlük veya Demokrasi… Hakeza birbirlerinden beslenen bütün diğer batıllar…

Son olarak; sen fare değilsin! Kendisi de sen gibi mahlûk olduğu hâlde bir başka beşerin, senin için idea-ideal-ideoloji tayin etmesine veya da hükümler kurallar koymasına müsade etmemelisin! Emir de Halketme de Allah’ındır.

Levent AKINCI

Psikolojik Danışman / Tarihçi

Ateizm ve Sebepleri

Psikoloji mi İdeoloji mi ?

..İmam Gazali Aklı Öldürmüşmüş..

Sömürgeci Avrupa ve Amerikan Kâbusu