Ma’ruz
Üsküdar’da Hace Hatun mahallesinde sakine ve zatı vech-i Şer’i üzere muarrefe olan Ayşe’nin babası ve tarafından sabit’ül-vekâle vekîl El-Hac Ahmed damadı Ömer Beşe ile ba’de’l-murafaa’ mezbur El-Hac Ahmed kızım müvekkilem mezbureyi zevci mezbur Ömer Beşe anası şedîde ve sair akrabasıyla ma’an bir menzilde iskân etmekle mezburun ta’ciz ederler deyu başka bir mesken-i şer’ide iskân eylesun deyu bi’l-vekâle da’va ol dahi i’tiraf etmegiyn mezbure Ayşe’yi aher mesken-i şer’ide iskân etmek üzere mezbur Ömer’e tenbih-i şer’i olunduği bi’l-iltimas huzur-u alilerine i’lam olundu
Fî Gurre-i Şa’ban Sene 1155
……………..
Ehli bilir; Osmanlı tarihçiliğinde devletin hafızası ve kara kutusu denebilecek ve yüzyıllar boyunca da teselsülle nizami olarak kaydı devam ettirilmiş ve çok büyük kısmı halen elimizde arşivlerde olan en temel iki kaynak vardır, birisi Divan toplantılarının tutanakları sayılan “Mühimme Defterleri”, diğeri de Mahkemelerdeki davaların yazıldığı “Kadı Sicilleri” dediğimiz defterler.. Çok şehre ait çokça kadı defteri bu güne ulaşabilmiştir. Ve bu binlerce defter daha yeni yeni tercüme edilmekteler. Ve gelecekte, bir İslam Devleti’nde Kaza-Kadılık nasıl yürür sualine ışık tutacak ve bütün bu tarihi-fıkhi tecrübelerden istifade edilecek, çok mühim bir model olacaktırlar..
Resimde, Üsküdar Şer’iyye Sicilleri’nin yüksek lisans tezimin konusu olarak tarafımdan tercüme edilmekte olan 407.si yani Hicri 1155-56 Miladi 1742-44 devresi davalarının kaydının olduğu Kadı Defteri’nden bir sayfa görülmekte.
Buradaki hükmü kısaca özetlemek gerekirse; Ayşe isimli bir hanım babası vesilesi ile mahkemeye başvuruyor ve Ömer Beşe isimli kocasının, kadına elle ya da dille zulmeden annesi ve diğer yakınları ile birlikte veya içli dışlı oturduklarından ve kendisine onlar tarafından zulmedildiğinden şikayet edip evini ayırması ve uzağa taşınması için kocasını Hilafet’in Kadısı’na şikayet ediyor.. Ve Kadı da, kocanın da itiraf ettiği o zulme son vermek için kocaya evini oradan uzak bir yere taşımak zorunda olduğu kararını veriyor!..
Dikkat edelim, metinde ‘ma’an bir menzilde’ diyor, yani aynı yerde ikamet ediyorlar; ama bu sözle anlatılmak istenen aynı konak mı yoksa aynı sokak vs mi bu da meçhul. Zira eskiden bu tür ifadeler genel anlamda idi. Ve şimdiki aile apartmanlarında üst üste bir kaç yakın akraba nasıl bir oturuyorsa eskiden de bir çok akraba bir sokakta sıra sıra evler, bazen bitişik duvarlı bu evlerde aynı yerde otururlardı. Yani konak vs bir ev de olabilir, veyahut da sadece aynı sokak veya mahallede oturuyor olmuş da olabilirler. Hülasa öyle dahi olsa, sürekli içli dışlı olunan kayın valide, ve belli ki yenge, görümce vs sair yakınlar kadıncağıza sürekli eza cefa vermektedirler. Yine, metinde ‘taciz ederler’ denmiş, bu da genel anlamlıdır, elle bir taciz yani itip kalkma mı, yoksa sadece dille yani laf sokuşturma veya azarlama çemkirme vs mi, meçhul. Her halukarda kadın ezdirilmemiştir. Eğer dövülse idi darp vs denirdi, burada ya elle itip kalkma, ya da sadece dille tahkir, ta’riz veya laf sokuşturma vs var, ki bu olması daha muhtemel; ama görüldüğü gibi hakkını talep etmesini bilene devlet nasıl da hakkını teslim ediyor!..
Belki kayınvalidesi ile sadece aynı sokakta oturduğu halde ve sadece çeşitli psikolojik baskılara maruz kaldığı bu gibi durumda bile kadını ezdirmiyor ve kocaya “evini meşru olan başka bir yere taşıyacaksın” emrini veriyor!..
Şimdi dönelim; Laik Tuğyan asrının Yahudi, Sabetay Mason ve sair romancı tiyatrocu ve sinemacılarına.. Bu küffar tarafından senelerce İslam tarihinde kadınların, hele de gelinlerin tahkir edilip batıdaki köle gibi veya haşa köpek gibi bir muamele gördüğü pompalandı bilinçlere ve bilinç altlarına!
Zalim, gaddar, vahşi hayvan gibi, şeytan gibi, ve alçak bir koca-kayınana-kayınata ve sair hısım tiplemeleri, ve bunlara her türlü yol veren, mazlum gelinlere sahip çıkmayan bir devlet ve millet tiplemesi gösterildi bütün medyada!..
Bir kere er evine vardın mıydı, bittin.. Artık şansına ne çıkarsa, kocan ve ailesi iyiyse şanslısın, yok kötü ise yandın! Hayatın boyunca alçakça ezileceksin! Güya bu idi Osmanlı Devleti’nde gelin olan hanımların hayatı! Bu anlatılmak istendi senelerce! İslam tarihinde kadınların yeri güya buydu!..
Alın ey sekülerist küffar, ecdadımızın Şeriat Mahkemeleri’nden şu, bir hükümlük kısa metin size kapak olsun!
…….
Kadının mesken hakkı nedir?
Kocanın hanımına karşı sorumluluklarından olan süknâ/mesken hakkı olan evin örfe ve karı-kocanın mali durumuna göre orta halli olması uygundur.
Kadının hususi işlerini görebileceği, evlilik hayatını rahatça devam ettirebileceği, anahtarı kendinde olan bir ev talep etme hakkı vardır.
Evin oda dışında kendine ait mutfak, banyo, tuvalet vb. kısımları olmalıdır.
Kadın, kocanın anne-babası (kaynana-kaynata) veya diğer akrabaları ile aynı evde oturmaya zorlanamaz.
Ayrıca salih komşulardan uzakta, kadının güvende hissedemediği, yalnızlık korkusu duyacağı ıssız bir bölgedeki evde oturmaya da zorlanamaz. (İbn Abidin, 5/324-327.)
Mes’ele: iki avretli olan Zeyd’in zevceleri, bir evde sâkine olmaktan imtina’ eyleseler, her birine müstakil ev lâzım olur mu?
Elcevap: Lâzımdır, avluları dahi ayrı olmak lâzımdır. (Ebusuud Efendi/Fetvalar)
Levent Akıncı
Tarihçi/Psikolojik Danışman