Kategoriler
Güncel

İnternet ve İletişim

İletişim çağı.. Neredeyse hemen herkesin herkese ulaşabilme imkanını sunan internet, ve İnternet ile iletişim imkanı sağlayan bilgisayar, laptop, tablet ve bilhassa akıllı telefonlar insanoğlunun hayatına girdiğinden beri.. Bir çok adabı muaşeret kaidesi ihlal ediliyor..

Ne zaman bir siteye veya sosyal medya hesabı sahibine bir makale, şiir veya video göndersem adeta şart koşuyorum; yoruma kapalı tutun lütfen.. Kendi hesaplarımda da hemen her zaman aynı şeyi yapıyorum.

Ben alim değilim belki ilim talebesi dahi değilim, mütefekkir ve şair denebilir belki. Fakat buna rağmen ruh hastalarına tahammül edemiyorum, yorum kabul etmek zorunda değilim. Ne kafirine ne müslümanına.. Ahlaklı kardeşler ve ahlaklı insanlar alınmasın onları tenzih ederekten diyorum;

İnternet vesilesiyle “ağzı olan konuşuyor” dedirten bir durum hasıl oldu devrimizde. Normalde gerçek hayatta tabiri caizse insan yerine bile konulmayacak nicelerin “ben de adamım” demek adına olur olmaz her paylaşıma olumlu veya olumsuz, güzel veya çirkin yorumlarla bir şekilde gelip musallat olduğu veya kendi hesaplarından hadsizce ahkâm kestikleri hatta bazen birilerine hakaret ettikleri zırladıkları bir mecra İnternet bazen.

Bize gelene kadar.. Geçelim biz şair yazar takımını, nice alim veya büyüğün “Kurt kocalınca köpeklerin oyuncağı olur” dedirten hâle geldiğini görüyoruz zaman zaman..

Normalde yüzyüze asla bir araya gelemeyeceği ve gelse de adamdan sayılmayacağı nice meclise ve nice başa, nice kokuşmuş ayağın sanal tekme atmaya veya çelme takmaya çalıştığını görüyoruz. Ayaklar tarihin hiç bir devrinde başlara böylesine sokulma fırsatı bulmamıştır..

Ergenin biri diyor ki abi neden falan alimin hesabı, video veya makaleleri yoruma kapalı? Diyorum ki; ne olacak, şerh mi yazacaksın altına? Yoruma açık tutanların başı göğe mı erdi? Hangi alim bir kitap yazmış da sonra da ona gelen yorumları övgü veya eleştirileri ve altındaki zırva tartışmaları da vs toplayıp kitabının sonunda ikinci kısım olarak ikinci bir kitab gibi eklemiş? Onlar mı okunsun diye paylaşıyor yoksa yazdıkları mı?

Evet. İsterse iftira, hakaret veya malayani vs olmasın hep hayır dua veya övgü veya hayırlı eklemeler katkılar veya merak ve sualler olsun; o alttaki yorumlar üstteki asıl meseleyi ve mesajı bastırabiliyor, popülizm, moda ve uydum kalabalığa etkisi bir çok cahili olumsuz etkiliyor. Vatandaş ilk önce “bakayım başkaları neler demişler” bu yazıya veya videoya, diye düşünüyor ve daha paylaşılan ilme fikre veya sanata bakmadan başkalarının yani kalabalığın yani çoğu zaman da “sürünün” tesirine kapılıyor ve o sui zan ile okuyor dinliyor her şeyi. Yönlendirilme sözkonusu oluyor yani. İsterse hep faydalı eklemeler yapılmış olsun, fark etmez. Sonuçta asıl mesaj boğulup gidiyor. Kaldı ki çoğu zaman ya iftira, tahrif veya hakaret de görülüyor yorumlarda; ve üstteki eser gafil zihinlerde itibarını yitiriyor..

Koca koca alim ve ihtiyarların oğlu hatta torunu yaşında cuhela zamane piclerinin hakaret ve istihzalarına ugradığını gördük geçmişte. Gerek kâfirlerin gerekse marazlı garazlı nifaklı ruh hastası birilerinin, ister açık kimlikle ister gizli kimlikle, gelip de bir alime bir fazıla veya herhangi bir düzgün bir müslümana bulaşması bütün müslümanları rencide ediyor..

Velhasıl; prensibimdir, bir iki tane bile olsa iti köpeği, adam yerine koymamak için iki yüz dostu ve insan evladını yorum etkileşiminden mahrum bırakmayı tercih ederim şahsen.. Ayrıca; övgü de sövgü de asıl mesajın ilmin önüne geçmemeli.. Okuyan okur istifade eder, okumayan kendi bilir.

Cahiliye arasında da durum farklı değil. Adam bilmem kaç yaşında bir akademisyen veya sanatçı, bakıyorsunuz, sıpanın biri gelip bir şeyler zırvalıyor.

Evet, kibirli insanların kibri yerle bir olsun, bu anlamda internet büyük bir devrim. Fakat itin köpeğin adamlık taslamasına da zemin oluyor bazen.

Mesela YouTube da herhangi bir belgesele veya filme bakarken bile bazen altında neler görülüyor neler. Küfredenler, alay edenler, yorumlarda birbirine girip küfürleşen takipçiler, olur olmaz görüş bildirenler..

Ben de zaman zaman çeşitli videolara yazılara yorum yazmıyor değilim. Ama ya bildiğim doğruyu en güzel şekilde ortaya koymak adına ya bilmediğimi öğrenmek için sual sormak adına. Ki; elbette tercih meselesidir bu, yoruma açık tutan bunları kabul ediyor demektir. Seviyeli katkı eleştiri veya soruları yani.. Bazen de mukaddesatımıza saldırı olan paylaşımlara vs anladığı dilden yazdığım oluyor o başka..

Telefon denen alete gelirsek.. Nasıl ki bir cihaz satılırken içinde paketinde “kullanım kılavuzu” koyuluyor, bazen “adab rehberi” de konulmalı bence. En başta da telefonlara.. Mesela birini aradığımızda, tabi ki görüşmenin gününe ve saatlerine ve aranan kişinin nerede olduğuna ve mutad hayatına dair malumatımıza göre veya önceden anlaşıp planlama ahitleşme yapıp yapmadığımıza vs göre değişir ama;

“neredesin”, veya “ne yapıyorsun”, “ne yapacaksın” diye sormak caiz mi? İyi düşünmeli. Ya adam mahrem bir durumda ise, ne hâl üzere olduğunu mu anlatacak karşıdakine? Tabi ki hayır. Ya susacak ya konuyu değiştirecek ya da yalan söyleyecek..

“Kime selam verilir kime verilmez” başlığı altında alimlerimiz bir çok fetvalar vermişlerdir.

Mesela perdenin duvarın arkasında ve ne kıyafette ve ne halde olduğunu bilmediğimiz görmediğimiz birine çadırın, perdenin veya evin dışından adamı görmeden seslenip selam verilmez demişler. Belki çıplak belki mahrem bir hal üzere veya belki namazda.. Namaz demişken, namaz kılana selam verilmez. Zikir fikir halinde ve tefsir hadis tedrisi halindeki kimseye ve vaize hatibe de selam verilmez, konuşması bitince selam verilir alınır. Ama bizde günaydın der gibi ille de görür görmez anında selam vermek gerektiği gibi bir bidat ve saçma anlayış var maalesef. İlk anda verdin verdin yoksa sonra olmaz sanki?!.. Oysa selam muhatap veya muhataplar müsait olduğunda verilir. Ve ayrılırken de selam verilir alınır. Üstelik hadiste karşılaşınca verilen selam ile ayrılırken verilen selam arasında hiç bir fark olmadığı da haber verilmiş..

Velhasıl bir çok durumda kişiye selam verilmez, tuvalettekine, uyuyana, fısk işleyene.. vs.. Perdenin, çadırın, duvarın ardında olup ne hâl üzere olduğunu bilmediğimiz ve görmediğimiz kişiye “selam bile verilmez” iken içeride “ne yapıyorsun” veya “ne yapacaksın” diye sormak çok daha vahim bir şeydir.. Hele de evindeki insana..

Bana telefonda böyle soranlara dostum bile olsa “sana ne” diyorum.. Bazen de hatasını anlaması için şöyle şaka cevap veriyorum, “defi hacete gideceğim, daha anlatayım mı ayrıntı ve devamını?” 🙂 Tabi ki o kardeş anlıyor hatasını, gülüşüyoruz.. Çoğu kez evvelce bu hususta konuştuğum ve fikrimi belirttiğim kardeşlere böyle yapıyorum tabi. Hatırlıyor hemen, gülümsüyor ve haklısın abi özür.. Diyorum; ben sana soruyor muyum ne yaptığını? Hatırla Multeka’daki kime selam verilmez babını. Diyorum..

Velhasıl fakihlerimiz modern hayata dair çeşitli fetva ve nasihatlerle yol göstermelidirler.

Telefon ile görüştüğümüz kişi bizce mechul ve bize mestur bir haldedir, hadi mecburen açtı, ne malum ki müsait? Haddimiz mi ne yaptığını veya yapacağını sormak? Hele de evinde ise..

Gece vakti adam arkadaşını görüntülü arıyor, karşısındaki ona dair önceden bu konuda bir söz falan vermiş değil; niye açmadı diye kızma küsme hakkı yoktur bu durumda. Eğer bir plan ahit yoksa görüntüsüz dahi olsa hiç acmayabilir de. Adamın neti wp’ı açık diye yazdığı şeye anında cevap bekliyor. Yahu açık bıraka da bilir, unuta da bilir, mavi tık olsa görse bile müsait olmaya da bilir vs vs.. Kimse kimseye evvelce bir ahit yapmadıkça anında cevap vermek ve geri dönüş yapmak zorunda değildir, hele de ânında..

Tabi bu edebsizligin bir de tersi var. Adamla aranda bir hukuk oluşmuş, normalde ota pka her şeye herkese cevap veren bir kardeş sen yazınca veya arayınca sonradan geniş ve müsait bir anda dahi olsa hiç bir şekilde dönüş yapmıyorsa, bir iki derken üçüncüde sil numarasını da adamı da.. O da ayrı bir kibir ve edebsizlik çünkü. Sadece şuna dikkat etmeli, acelecilik olmamalı hemen suizan olmamalı. Karşıdakinin yerine kendimizi de koyarak adeta, düşünmeli, görüşünce bilhassa yüzyüze görünce konuşmalı.

Bu arada bunu da konuşmak gerek. Yüzyüze mı yoksa Sanalın Soğuk Yüzü mü? Hassas meseleler, münakaşalar, en küçük ihtilaflar bile hatta; mümkünse yüzyüze hem hâl hem kal dili birlikte iken konuşulmalı tartışılmalı, sanalda kimseyle mümkün mertebe münakaşa yapılmamalı. En iyi iki dostun bile arasına nefisler ve şeytan girebiliyor. Her şey suizanna açık oluyor çünkü. Hemen fitneye kapı aralanabiliyor bazen.. Yüzyüze sohbetteki sıcaklık samimiyet, jest mimik vs beden dili ve ses; telefondaki konuşma hele hele yazışma ile asla bir değildir. Sanalın Soğuk Yüzü diyorum buna ben. Mühim meseleler, mahrem meseleler, ve ihtilaflı meseleler, ister dünyevi ister uhrevî şeyler olsun; mümkün mertebe yüzyüze konuşulmalı. Sanal fitneye maraza daha fazla açıktır.

L. A.