Kendimizi bildik bileli laik sistemde her zaman şöyle beyanlar ve şu hava hakimdir:
“MİLLİ BİRLİK VE BERABERLİĞE EN ÇOK İHTİYAÇ DUYDUĞUMUZ ŞU GÜNLERDE”..
O günler hiç bitmez.. Kendimizi bildik bileli hep o hassas dönemden geçilir.. Bir geçiş dönemi gibidir güya, ama her zaman o safha mevcuttur. Hiç normal bir dönem görülmemiştir.. Babalarımıza soruyoruz, o zaman da aynı imiş durum. Dedelerimiz zamanı da öyle. Zaten son yüz yılın matbuatına, gazete kipurlerine bakan biri rahatlıkla fark ediyor bunu.
Mesela bir gazeteci Sabiha Gökçen’in aslen Türk olmadığını iddia eder, bir kurum adına birileri hemen bu açıklamayı yapar ve tarihi ifşaat yasaklanmak istenir. “Milli birlik ve beraberliğe en çok muhtaç olduğumuz şu günlerde”.. Biri çıkıp memleketin kaymağını yiyen ve Türk olmayan bir elit źümre ve kökenlerinden daha açık ifadeyle Sabetay elitizminden bahseder, medya aynı gerekçeyle derhal linç eder adamı.. Yüzlerce örnek vardır böyle.. Ne zaman bir tarihi gerçek ifşa olsa hemen “Milli birliğe zarar verebilir” vs.. Yani bir kısım yalanlar etrafında mı birlik beraberlik var diye sorulur ol vakit.. Sözgelimi, Sabiha Gökçen midir bu milleti bir arada tutması beklenen hedeflenen harç? Eğer ki yalan iftira ve şiddet yoksa ve bilgi belge bilimsel tarihçilik sözkonusu ise, neden tarihi gerçekler ört bas edilir ki? Vaktiyle Ecevit 28 Şubat sonrası darbe hükümetinde Başbakan iken kötü gelişmeler gündem olunca sık sık şöyle diyordu; ‘İçime sinmiyor’. Her kötü haberde bunu tekrarlıyordu. Bu kadar güzel gelişmeler varken falan falan konunun gündem olup bu kazanımlarımızı gölgede bırakması içime sinmiyor diyordu.. Yani gündemi biz belirleriz, başka sorunlar için sussun herkes. Ya sadece başarılarımızı konuşacak ya da susacaksınız! Demek istiyordu.. Başarı dedikleri de ayrı bir trajikomedi de.. En basitinden 17 Ağustos 1999 depreminde gördük Ecevit’in günler sonraki başarılarını.. Ve deprem olur olmaz hemen bölgeye intikal eden ve gıda yardımlarıyla, arama kurtarma çalışmalarıyla vs canla başla çalışan ve çoğu da islamcı olan stk ve camiaları da gördük..
“BU SEÇİM EN KRİTİK SEÇİM OLACAK”
Bildim bileli her seçim döneminde “İpek yüklü kervanı” olanlara “Harami” korkusu verirler böyle. Her cenah, kendi taraftarlarına aynı paniği yaşatır. Hayat memat meselesi, dananın kuyruğu, bekâ meselesi vs.. Biz kendimizi bildik bileli bu işler böyledir. Babalarımız zamanında da böyle imiş. Dedelerimiz zamanında da..
Sağıyla soluyla, bal kâsesini elinde tutan elitler ve parmağını yalayanlar, olur da kaybederlerse avuçlarını yalayacakları endişesiyle her biri bilhassa büyük partilerin her biri kendi tabanına verir tazyiki. Kimi din iman meselesi, kimi vatan millet meselesi, kimi ulus rejim meselesi vs diyerek her bir fırka kendi teşkilatına tabanına ve oy umduğu hedef kitleye karamsar veya riskli tehlikeli bir tablo çizerler. Yaklaşan seçim parlamento tarihindeki en hayati en kritik seçim olarak gösterilir. Bazen sandık başlarında, bazen sokaklarda insanlar birbirine girer. Çünkü son hamledir bu. Hayat memat meselesidir. Öyle inandırılmış yani..
Soldan sağdan her kesimden insanlara hep, amcacığım, teyzeciğim, senin değil, gökdelenlerde yalılarda oturanların, iktidarın veya belediyelerin nimetlerinden en çok istifade edenlerin sorunu bunlar. Ne diyordu İmamoğlu; ‘İstanbul nimet, nimet’.. Veya Özal ne demişti vaktiyle; ‘Benim memurum işini bilir’..
Demek istemişimdir, bu, “Kritik Seçim” sözünü ciddiye alanlara..
Senin benim derdimiz değil Demokrasi tiyatrosu.. Bırak, kaybedecek ihaleleri, azalacak milyonları, elden çıkacak plazaları yalıları olan düşünsün. Haksız mevkisi makamı şöhreti olanlar düşünsün..
Sen, modern köle; senin için “Efendi Değişikliği” olacak sadece.. Fakat sen demokrasiyi din ve dert edinip komşunla şucu bucu diye kamplaşıp kavga ettiğin içindir ki; o elitler her seçimin, her krizin, her darbenin, her karşı darbenin, kısaca her durumun tek ve yegane kazananı oluyor.
Onlar hiç kaybetmiyor. Kaymağı yiyor; siz de falan partili filan partili falan takımlı filan takımlı diyerek batıl uğruna birbirinizi yiyorsunuz..
Seçimden bir gün sonra elitler (hangi parti olursa olsun), hepsi de yine şatafatına; ve sen de yine asgari ya da ona yakın gelirinle sefaletine, ve dün kavga ettiğin komşunla akrabanla yüzyüze yaşamaya devam edeceksin.. Tuzun bitti mi onun kapısını çalacaksın, onun şekeri bitti mi senin kapını çalacak. Yığılıp kalsanız her zamanki gibi yine siz birbirinizi sırtlayıp hastaneye kavuşturacaksınız. Senin evin yıkılmış ise o seni çıkartacak onunki yıkılmış ise sen onu çıkartacaksın..
Gelelim futbol takımları ve takım tutmaya. “Partiler ve Takımlar” birer çağdaş put olup, kanaatimce; mümin olmaktan ve ümmet deryasında bir damla ümmet ormanında bir ağaç olmaktan, kökü o şanlı mazide dalları âtiye uzanan islam ağacında bir yaprak olmaktan mahrum kimselerin, bir yerlere ait olma ihtiyacını karşılıyor. Oysa “Kalpler ancak Allah’ın zikriyle mutmain olur huzur bulur”..
Ayrıca, vaktiyle bir diktatör demiş ya hani, halkı yüzbinlik beşiklerde uyuttum.. Bazen uyutucu uyuşturucu bazen de tefrikacı bir tesiri var takımların. Ve çeşitli bahis oyunlarının yani kumarın en önemli saç ayağını oluşturuyor maçlar ve takımlar. Ha, insanların mahallesinde kendi kendine maç oynamaları farklı. Onu da sevmesem de belli ölçülerde ve belli bir dozda olanına elbette günah diyemem.
Bu gün iki erkek bir araya gelse hemen ya ekonomi ya da kısır parti politika ve maç konuşuyor. İlim fikir sanat sıfır.. İki kadın bir araya gelince de ya moda marka alışveriş ya diziler ünlüler vs.. Bu genellikle rastladığımız vatandaş ahvali maalesef.. Kitleleri böylece batıla aşık eden ve batılla boş işle meşgul ederek kontrol altında tutan devlet aklı dünyanın hemen her yerinde bu şekilde demokrasi ve partilerle halkın ideolojik gazını alıyor, futbol ile de heyecanını deşarj ediyor..
Roma’daki Maviler ve Yeşiller’in ve taptıkları Diana’nın Artemis’in yerini bu günde Takımlar ve Partiler almış adeta. .
Asrın bir çok psikolojik rahatsızlıklarının arkasında iki sebep yatıyor; “Gaye” yoksunluğu ve “Meşgale” yoksunluğu.. Elinde telefon veya laptop, hipnozlu gibi adeta transa girmiş gibi yaşayan ‘teknoloji zombisi’ ergenlerden kahvehane ve kafelerdeki yetişkinlere, her kesimde hak bir gayenin yoksunluğu ve buna bağlı olarak da hak helal bir meşgale yoksunluğu görülüyor. “Hakk’a tabi olmayan, batılın önünde eğilir”, ve “Hak ile meşgul olmazsan batıl seni istila eder” demişler.
Allah hepimize hidayet versin. Sadece Allah’a kul olan ve sadece Allah’ın hükümlerine râm olanlardan eylesin.
Levent AKINCI


