Günümüzde Feral Children yani Vahşi-Yabani Çocuklar diye; gerek tabiatta ve herhangi bir hayvan veya hayvanların refakatinde, gerek tecritte izole büyümek zorunda kalmış tüm çocukları ifade etmek için telaffuz ediliyor. Bu makale onların hikayesidir, ve ilk insan ve insanlar hakkındaki bazı tez ve iddialara farklı bir pencere açmaya matuftur. İlk insanın dili neydi ve muallimi kimdi gibi suallere de cevaplar var.
Sümer Gılgamış hikayelerindeki vahşi kır adamı Enkidu; Yunan mitolojisinde ayının emzirdiği Atalanta; Roma’nın kuruluşunda bahsi geçen ve Kurt tarafından emzirilen Romus-Romulus kardeşler, Türk Bozkurt ve Türeyiş destanlarında yine kurdun bebeği emzirmesi..
Böyle sayısız mitoloji, efsane, destan ve hikaye konusu vardır. Bir de bilinen tarihin kabul ettiği ve daha yakın asırlarda yaşanmış gerçek hadiseler var. Ormanda kurtların büyüttüğü Hintli Kamala, kapalı odada tecritte büyütülen Amerikan Genie, ormanda maymunlarla yaşayan Afrikalı John, bahçede köpeklerle yaşamak zorunda bırakılan Rus Oxana gibi..
Efsaneler mitolojiler bir yana, gerçek yabani çocuklar bizim meselemiz olacak bu çalışmada
“Hay Bin Yakzan Masalları” başlıklı risalemi bazı düzeltme ve genişletmelerden sonra yayınlayacagım inşallah. Bu makale onun bir özeti de sayılır ise de, orada çok daha farklı meselelere de ışık tuttum. Gerek Ibni Sina gerek İbni Tufeyl’in Hay hikayesini ve Meşşaî ve İşrâkî fikriyatını tenkit ettiğim o uzun çalışma nihai şeklini aldığında inşallah yayında olacaktır.
Doğduğundan itibaren hayvanlarla veya tecritte büyüyüp, çevresinde “şefkat gösteren ve eğiten-öğreten” hiçbir diğer insan olmaksızın, muallimsiz, kendi kendine, duyularıyla algılarıyla, aklıyla mantığıyla, ve sezgileriyle duygularıyla her şeyi bulanların masalı.. Hay’dan Tarkan’a Tarzan’a, Kurt, Aslan, Geyik vs Hayvanların büyüttüğü insanlar..
Bildiğimiz gibi İbni Tufeyl, İşraki Felsefesine tabidir. Hay Bin Yakzan adlı hayali çocuğun masalını yazmıştır. Bu, Meşşai İbni Sina ve İşrakî İbni Tufeyl’deki Yakzan’ın oğlu “Hay” masalları o ekollerde bir gelenek olmuştur aslında.. Dediklerine göre Daniel Defoe da Robinson Cruso’sunu bu eseri taklitle yazmıştır, ki gayet mümkündür..
Bu konuda İbni Sina ve sair alimlerinin eserlerinde ve biyografilerini anlatan kitaplarda kafi derecede malumat bulunmakla birlikte, M. Şerafeddin Yaltkaya ve Babanzade Reşid’in çevirilerinin hazırlanıp basıldığı “İbni Sina / İbni Tufeyl. Hay Bin Yakzan” adlı kitapta hem İbni Sina’nın hikayesi, hem de İbni Tufeyl’in aynı isimdeki hikayesi, hem de bu iki zatın masalının taklitçi ve şarihlerinin yazdığı benzer kitaplara dair, ve bu klasiğe dair bir çok bilgi verilmektedir.
Kısaca temas edelim; bu, “Hay” masalı klasiği ilk defa şöyle başlamıştır; “Salaman ve Absal” adlı kadim bir hikaye, Huneyn Bin İshak tarafından (Ö. 873) Yunanca’dan Arapça’ya çevrilmiştir. Daha sonra bundan etkilenen İbni Sina (Ö. 1037) ondaki alegorik tekniği kullanarak “Hay Bin Yakzan” adlı hikayesini yazmıştır. Böylece İbni Sina’dan itibaren bir gelenek başlar. Daha sonra İbni Tufeyl (Ö. 1186) kendi “Hay Bin Yakzan”ını yazmıştır. Daha sonraki dönemde Şehabeddin Sühreverdi (Ö. 1191) “El Gurbet’ül-Garbiyye”sini, İbn-ün-Nefis (Ö. 1288) “Er-Risaletü’l-Kamiliyye Fi’s-Siyeri’n-Nebeviyye”yi, ve Molla Cami (Ö. 1492) “Salaman ve Absal”ı kaleme alır..
Yunanca aslı mevcut olmayan veya henüz bulunamamış olan “Salaman ve Absal”ın Huneyn Bin İshak tercümesi mevcuttur. Sapkın cinsel örnekler, kehanet ve sair zırvalıklarla simgelenen bir kısım derin fikirleri aşılamayı amaçlayan bu masal, biraz Şark hikayelerini ve biraz da kadim Yunan mitolojisini andırmaktadır.
İbni Sina’nın İşarat adlı eserine yorum yazan Tusi, evvela yukarıdaki hikayeyi naklettikten sonra, İbni Sina’nın da bir “Salaman ve Absal” hikayesi olduğunu belirtir ve yukarıdakini andıran ama daha farklı bir hikaye nakleder.
İbni Sina’nın bu teknikle yazdığı “Hay Bin Yakzan” adlı hikayesinin ise, talebesi İbni Zaila’nın şerhleri olmasaymış, hangi sözle neyi simgeledi denilerek belki de asla anlaşılmayacak derecede kendine has bir sembolizmi vardır. Ve Yunanca’dan çevrilen o küfür ve zırva dolu masaldan çok daha az rahatsız edicidir. Hatta birazdan bahsedeğimiz üzere, İbni Tufeyl’in masalından çok daha hikmetli veya derindir, en azından daha makul ve kabul edilebilirliği ihtimali olandır.
İşraki olan Şehabeddin Sühreverdi’nin Meşşai olan İbni Sina’dan etkilenerek yazdığı “El Gurbet’ül-Garbiyye”si ise insanın ruhi sulûkunu vs temsil ettirdiği bir ‘Dipsiz Kuyu’ hikayesidir. Burada da aynı İbni Sina’daki gibi insanı tanıma-tanımlama gayesi güdüldüğü görülmektedir. Tamamen sembolik anlatımlıdır. Bu da tevile açıktır aynen İbni Sina’nın hikayesi gibi..
İbn-ün-Nefis’in “Er-Risaletü’l-Kamiliyye Fi’s-Siyeri’n-Nebeviyye”sinde ise, Kâmil adlı bir çocuk aynen İbni Tufeyl’in Hay’ı gibi kendi başına doğar büyür ve çeşitli ilimlerle uğraşır, ve sonra da, kendisinden sonra gelecek olan ahir zaman peygamberini bilişle keşfeder, yani nasıl biri olması gerektiği-olacağı’na dair bilgiye erişir kendi kendine. Ve peygamber gelmeden evvel, kendilerinin nasıl kimseler olmaları gerektiğini akıl yolu ile bilmiş olur böylece.
İbni Tufeyl’in Hay’ı, adada yalnız başına geyik tarafından büyütülürken bir alime bilgeye dönüşüyordu, Allah’ı buluyordu kendi başına ve hiç bir insandan hiç bir şey görmediği öğrenmediği halde; İbnün Nefis’in Kamil’i ise bundan da öte, Peygamber Aleyhisselam’ı ve onun ne yapacağını ne söyleyeceğini neler yaşayabileceğini, kısacası hadislerini ve sünnetlerini ve ahlakını kendi başına sırf aklı ile bulabiliyor..
Molla Cami’nin “Salaman ve Absal”ı da ilk başta bahsettiğimiz Yunanca’dan tercüme edilmiş masalın tarzındadır.
Ve İşraki olan İbni Tufeyl.. “Hay Bin Yekzan”.. İbni Sina’nın Hay Bin Yakzan’ı ile sade isim benzerliği vardır. İsmi oradan almış ama içeriği çok daha farklı bir kurgu ile doldurmuştur. Tamamen bir bebeğin, bir beşikte denize bırakılması ve bir ıssız adaya düşmesi, veya bizzat o adada Vakvak diye bir ağaçtan anasız babasız peyda olması sonucu -ki iki ihtimali de belirtir İbn Tufeyl- ve o bebeğin orada bir geyik tarafından büyütülmesi, ve büyümekte olan ve bu süreçte tefekkür eden çocuğun zaman içinde tedrici olarak zihinsel-fikrî tekâmülü ve nihayetinde Allah’ın varlık ve birliğini aklen keşfetmesi, ve sonra genç bir delikanlı olan Hay’ın adasına Absal adında bir müslüman âbidin gelmesi ve onunla tanışıp kaynaşması, ve Absal’dan dil öğrenmesi, ve ilim tahsili ve nihayetinde hocasını da geride bırakması.. Sonra birlikte adadan ayrılıp insanların yanına gidip yerleşirler ve Hay çok geçmeden burada kimseyle anlaşamaz olur ve Şeriat’ın böyleleri için gerektiğini ama kendisi gibi Havas ehli Hakikat ehli birinin yine eski usul bildiği yoldan gitmesi ama Şeriat ehli avamı da anlayışla karşılaması gerektiği gibi bir neticeye varır, ve Hay ve Absal tekrar adaya dönerler. Absal Hay kadar temiz kalamadığı vaktiyle neticede ‘normal’ bir insan gibi doğup büyüdüğü için bir takım kirlenmelere maruz kalmıştır ruhen, bundan sebeptir ki asla Hay gibi olamaz. Öyle ki, hikayenin en sonu şöyle biter: “Hay, önceki yöntemiyle çalışarak eski makamına ulaştı. Absal da onu izleyerek onun makamına yakın derecelere yükseldi. Hatta hemen hemen Hay’a yetişti. Ölünceye kadar adada Tanrı’ya kulluk ettiler..
Oysa Hay gibi çocukların en kısmetlisi bahtlısı bile ancak ve ancak normale yakın olur ama asla normal akranları gibi olamazlar. Diğer insanlar tarafından bulunup eğitilenlerin en iyi durumda bulunanları bile seneler süren talim terbiyeden sonra bile asla bir daha akranları gibi bir dil ve zekâya sahip olamamışlardır. Buna daha çok temas edeceğiz yazı boyunca.
İbni Tufeyl’in “Kendi kendine irşad olan” Hay’ı ile bizim vakıalardaki, “Diğer insanlardan irşad olamamış” hasta çocuklarımız taban tabana zıt bir durumdadır. Yani bize göre en iyisi bile asla normalleşememiştir, ona göre ise normal insanların en iyisi -absal misali abdallar- bile asla Hay gibilere yetişemez kemâl, bilgelik ve olgunlukta!..
Aslında bu Gazali tarzı bakışla mümkün. Ama “normal” yollarla değil tabiricaizse “paranormal” olarak. Yani bildik tabiat kanunlarının üstünde “mucizevi” bir surette mümkündür ve Allah dilerse olur. Biz dahi böyle iman ederiz. Fakat mucizevi bir hâl lutfedilmedikçe bildik kevnî kanunlara göre ise böylesi “izole” çocuklarda dil ve zekâ gelişmiyor.. Bırakın Ibn Tufeyl’deki gibi kendi kendine Allah’ı bulmayı, yahut hatta Ibnunnefis’teki gibi Peygamber’i dahi bulmayı; normal insan bile olmuyorlar..
Denilirse ki; hocam peki hep derler ya alimler; bir kavme veya kişiye hiç bir din daveti tebliği erişmemiş bile olsa, bir adada tek yaşasa bile o yine, eşyâyâ, enfuse ve âfâka nazar ederek Allah’ın varlığı ve birliğini bulacak kuvveye sahiptir ve en azından hanîf olmakla mükelleftir. Katiyen doğrudur. Lakin çocukluğu normal bir insan gibi, yani en az bir kişi bile olsa, diğer evvelki insan veya insanlar ile beraber geçmiş ve dil öğrenmiş, akıl zekâ intişar edip gelişmiş mükellef için doğru bu. Fakat akîl bâliğ olmayanlar mükellef değildirler. Bu hususta iki batıl görüş vardır; biri bir seyyid haber vermeden haşa Allah’ın varlığı birliği bile bilinemez diyen zındık Batinîler’in itikadı; diğeri de bahsettiğimiz akılla her şey bulunur bilinir diyen zındık Felsefeciler’in itikadı. Biri ifrat biri tefrit iki zırvalık.
Konuya dönersek; bizler, gerek Robinson ve benzeri, güzel bir tropikal adada mahzur kalma filmlerini, gerekse Geyiklerin büyüttüğü Hay, Kurtların büyüttüğü Tarkan ve Aslanların büyüttüğü Tarzan çizgi film ve filmlerini seyrederken çok heyecanlanırdık çok renkli ve değişik gelirdi, çok harikulade bir konu idi. “Harikalarla” dolu idi.. Ya da keza Ormanın Kitabı serisi..
Amma arka plandaki mesaj hiç de bu kadar masum değil..
Bizi sevindirirdi Çizgi Filmde Hay’ın Allah’ı bulması, hidayete ermesi. Elbette bir saf Müslüman buna sevinir, gerçekten de böyle bir hadise olsa biz elbette bu “mucizevi” ihtidayı-irşadı sevinçle karşılarız. Lakin anlattığımız gibi, bu roman ve çizgi filmde her şey göründüğü kadar masum ve makul değil.
İbni Tufeyl bu hikayeyi sanki Ehli Sünnet’i tenkid için yazmıştır.. Hikayede hem adeta, insanın muallime ihtiyacının olmadığı mesajı, hem de Avam-Havas Şeriat-Hakikat ayrımı gibi Batıni Şii ve Sufilerin yapageldiği küfür kebair denebilecek türden bir tasnif mevcuttur. Biraz kinayeli olarak da olsa bu zehir aşılanmaktadır, en azından böyle anlaşılması çok mümkün.. Ve anasız babasız, bitki ve çamurdan kendi kendine var oluş; Evrim.. Veya, ilk insanın ilkel ve her şeyi kendi kendine, kendi aklıyla bulduğu zırvası..
Sadece şahsi izlenimlerimiz değil bunlar; bilhassa; İşraki Felsefesini iyi analiz eden ve konuya vakıf olan uzmanların söylediğine göre, burada kendi “Evrimci” fikirlerini şekillendirmiş ve açıkça da ima etmiştir, hem de aklın mantığın veya sezginin hidayetin asıl kaynağı olduğunu, insanı kendi kendine ve rastgele olaraktan “Duyularıyla, Aklıyla, Mantığıyla veya Sezgileriyle” Hakkı bulabileceğini,“Vahyi nakleden Adil-Salih Râvi ve Muallimlere, Emîn ve Ehîl canlı numunelere, Kâmil Muhbir-i Sadıklara”, evet bu “Altın Silsileye” gerek kalmadığını da burada ima ediyor gibi..
“Fareler ve İdeolojiler” gibi çeşitli makalelerimizde de sıkça belirttiğimiz üzere; insanlar temiz islam fıtratıyla gelir dünyaya. Herkeste doğuştan iyilik vardır, ama adeta keşfi ve işlenmeyi bekleyen bir maden ve kuvve olarak potansiyel olarak. Bu kuvveyi fiile, tabiri caizse potansiyeli kinetiğe, çıkartacak olan şey vahiydir.. Ahlak ve hukuk ne akılla ne sezgi ile bulunmaz; nakille yani vahiy ile bildirilir akılla idrak edilir kalple sevilir..
Döneyim başlıktaki konuya.. Herkesin malumudur, İbni Tufeyl’in “Hay Bin Yekzan” adlı hikayesi, dediğimiz gibi, şimdilerde çizgi filmi de yapıldı, bu çizgi filmden gidelim biraz, aşağı yukarı kitaptaki aslına uygun yapılmış zaten; kundakta beşikte bebek iken suya bırakılan ve suyun bir adaya getirip kıyıya attığı ve geyikler tarafından büyütülen bir çocuğu konu edinir. Geyikli Baba menkıbeleri bundan daha kabul edilebilir bir hadisedir esasen. Zira, o menkıbelerde keramet var burada ise keramet tarzı bir takım “harikalar” değil de gayet kevni kaidelere muvafık gayet mantıklı, gayet fıtri ve bilimsel bir olay var müelifin senaryosuna göre (?)..
İlk bakışta da aldatabiliyor insanı, zira kurgusunda gayet tedrici bir uyanış, tedrici bir farkına varış, sorgulama süreci var.. Tabi nasıl bir iç konuşma, “nutuk-mantık”, nasıl bir sorgulama nasıl bir tefekkür, acaba böyle bir hadise mümkün mü; bunların hepsine değineceğiz.. Mesela orada Hay düşünüyor, Mantık yürütüyor. Ortada bir iç Nutk var. İç konuşma yani. Hangi lisân ve malumat ile yapıyor bunu? Hangi dil ve ön bilgi ve zekâ var ki mantık yürütebilsin, tefekkür edebilsin?..
Biz okurken ya da seyrederken kendimizi o çocuğun yerine koyuyoruz adeta, ve bu günkü bilgi ve birikimimizle yani bizde var olan verilmiş bir alt yapıyla, hazır bir ilim ve dil ve zekâ sayesinde yaklaşıyoruz ve bize “mantıklı” geliyor, en azından ilk bakışta.. Daha doğrusu “sevimli” geliyor..
Oysa gerçekte durum acaba öyle mi? Yani insanoğlu, muallim olacak bir diğer insanoğlu olmadan insan olabilir mi, irşad olabilir mi, ihtida edebilir mi?
Bunları tek tek ele alacağız birazdan..
Tabi ki bu masal biraz, Allah’ın bir Mucizesi olarak Nil’de beşikte taşınan ve kıyıya çıkarılan ve emniyetle büyüyen ve eğitimli olarak yetişen Hazreti Musa Aleyhisselam’ın kıssasından çalma-bozma hali, biraz da çok eski hayvandan türeyiş destanlarından esinlenen ve onların bir taklididir, hikayenin devamını da uzun uzun anlatacak değiliz. Yazımızı daha iyi anlamak için önce o romanı okuyunuz veya çizgi filmini seyrediniz..
Gerçi Tarkan ve Tarzan filmlerinden aşinayız zaten, onların biraz daha dini şekli.
Geleyim bunun üzerinden vermek istenen mesaja ve bizim kendilerine soracağımız soruya..
Bir insan yavrusu yani henüz yaşı dolmamış bir bebek, bir adada, bir ormanda veya hapiste veya kuyuda, izole edilerek kapalı bir binada vs; belki kısmen “alem”e açık amma “adem”den yana tecrid halinde, yani hiçbir diğer insan ile muhatab olmadan, bir diğer insandan yardım şefkat ve destek görmeden, eğitim öğretim görmeden, canlı ve uygun modeller görmeden, 0-6 yaş arasında, ilk çocukluk yılları boyunca böylece insansız yaşayarak, yıllarca bu hal üzere yetişerek neticede fıtrata münasip bir surette yani mükellef, yani ruh ve akıl sağlığı yerinde bir “normal insan” ve hatta “muvahhid” ve hikayedeki gibi bir de “salih-kâmil” biri olabilir mi?
Allah Teala’nın “Hususi” bir ikramı, mucizevi bir lütfu veya müsadesi olmadıkça; Adetullah dediğimiz “Umumi” kaidelere tabiat kanunlarına göre: Kesinlikle hayır!!!
Hikayede öyle demiyor ama! Diyecek şimdi okuyucu.. Evet bende biliyorum öyle demediğini. Bunlar ancak Mucizelerde veya Masallarda olur.
Bir çok toplumda benzer “Feral Children”(Yabani Çocuklar) efsanesi ve bazı da gerçek yaşanmış hadise vardır.. Yalnıız… Gerçekten de yaşanmış olanların hiç birisinde hikayenin sonu Hay masalındaki ve diğer efsane ve filmlerdeki gibi bitmiyor. Çocuk sadece “gerizekalı” ve “hayvan gibi” bir şeye dönüşüyor..
Yani, Hay türü vakıalar ancak masallarda ve filmlerde olur gerçekte olmaz.. “Hay” cizgifilmi yahut “Ormanın Kitabı” filmi de tıpkı “Tarkan” ve “Tarzan” filmleri gibi. Yani hakikati yansıtmamakta. Bu türden başka da roman ve film mevcuttur. Hiç birisi de hakikatteki vakalarla örtüşmemektedir.
Bu tür durumlarda bebek ölüyor. Yaşarsa da normal bir insan olmuyor.
Böylesi bir çocuk şayet normal olsa, o ancak ve ancak, Allah’ın “umumi” rahmeti, kevni kaideleri bir yana, “hususi” bir lütfu ile olabilecek harikalar yani Mucizevi hadiselerdendir, yani ateist ve modernist kafirlerin putu olan aklın mantığın bilimin asla açıklayamayacağı aciz kalacağı hadiselerdir..
Mucize ne demekti? Aklı aciz bırakan, aklın idrakin ötesinde yani.. Bu arada, asıl büyük mucizeleri yani Nebevî mucizeleri kastetmiyoruz burada mucizevî derken. Aklı aciz bırakan her türlü fevkal-adeh hadiseyi kastediyoruz. Karıştırılmasın.
Konudan kopmadan devam edelim. Hay masalındaki gibi bir hadise dinde zaten delil olmayacağı gibi, gerçekte de yaşanması mümkün müdür, mümkünse bunun izahı nedir dersek eğer..
-Evet hikayedeki gibi bir hadise ancak Masallarda olur.. Hayali kahramanlar Hay Bin Yekzan, Tarkan Bin Kurt, Tarzan Bin Aslan gibi.. (!)
-Ha, böylesi bir hadise asla olamaz değil, bu mümkinattandır, amma Mucize Keramet gibi bir harikadır ve Aklın Bilimin asla açıklayamayacağı, mahiyetine keyfiyetine vakıf olamayacağı bir şekilde olması mümkündür. Allah dilerse hususi bir lutfuyla o çocuğu o hale getirebilir ve mahiyetini keyfiyetini bilmeyeceğimiz bir şekilde irşad da edebilir.. Biz yani Ehli Sünnet Vel Cemaat Müslümanları buna zaten iman ederiz..
Hazreti Adem Aleyhisselam’ı babasız ve annesiz halkeden ve terbiye eden, Hazreti İsa Aleyhisselam’ı babasız yaradan ve beşikte konuşturan Allah dilerse bunu da yapar.. “Biz Allah’ın İşine karışmayız” veya “Hikmetinden Sual Olunmaz” diyen saf avamın ve yaşlıların akidesi gibi bir akideye sahibiz bu konuda.. Taklamakan’daki konargöçer Uygur Türkü’nün, Büyük Sahra’daki Arap veya Berberî bir Bedevî’nin, Anadolu Oğuz Türkü’nün itikadı üzereyiz bu manada.. Kocakarılar gibi iman ediyoruz..
“Kocakarıların ve Çocukların dini üzere olunuz, katıp karıştırmayın” diyen ulu ne güzel buyurmuş..
-Ya da o çocuk normal tabiat kaidelerine göre ancak ve ancak Gerizekalı biri, en ileri en ağır seviyede mental retardasyonlu bir birey olur, evet tam tecrittekiler bilhassa en ağır şekliyle Mental Retardasyon’lu vs olur; yani halk arasındaki namıyla gerizekalı veya zırdeli olur..
Son iki bin yıl içinde onlarca hatta yüzlerce yabani çocuk vakası yaşanmıştır. İlgilenenleri bahsettiğimiz risalemize havale ederiz. Fakat bilhassa asrımızda yaşanmış ve kayıt altına alınmış tabiri caizse tescilli hadiselere göz atarsak,
Mesela başta örneğini verdiğimiz ve 20’lerde 60’larda 90’larda ve 2000’lerde yani asrımızda yaşanmış olan ve bir çok bilim adamının ve yazarın senaristin ve sinemacının ilgisine mazhar olmuş olan ve haklarında kitaplar yazılmış filmler ve belgeseller çevrilmiş olan Kamala, Oxana, Genie, John gibi çocuklar..
Aşağı yukarı aynen 12. yüzyıldaki veya 16. yüzyıldaki benzer hadiselerdeki kurt çocuk, ayı çocuk, kurt kız vs gibi olduklarını görebiliyoruz.
Şöyle ki; bu çocuklardan bazısı doğumdan itibaren tüm çocukluğunu tabiatta veya tecritte geçirmiş, ve böyleleri en ağır vaka olarak gözlemlenmiştir. Yani zekâ en geri düzeyde takılı kalmış, ve sonradan senelerce ne kadar özel eğitim öğretim görseler dahi, baştaki 0-6 yaş arası devre kaçırıldığı için bir daha asla dil ve zekâ gelişememiştir. Bazıları ise dile ve aileye, şefkat ve kültüre aşina iken yani iki üç dört yaşlarında kaybolmuş veya hayvanlarca kaçırılmış, veya biri tarafından tecrit edilmiş; altı yedi yaş gibiyken de bulunmuştur, ve bunlar nispeten dil ve zeka gelişimi gösterebilmişler, ama asla akranları gibi olamamışlardır.
0-6 yaş arası devrede “Evvelki İnsanların refakati, talim terbiyesi” dil ve zekâ için kısacası insan olmak için, olmazsa olmaz vesselâm. Ve veren alandan daha dolu donanımlı olmak zorunda. Yani milyon tane sözde ilkel tür bir araya gelse, içlerinden birinin bebeğini sözde homo sapiens olarak yetiştiremez. Tabiri caizse, teknik olarak mümkün değil!
“Er-Rahman. Kura’n’ı öğretti. İnsan’ı Halk etti. Ve O’na Beyan’ı Öğretti..” (Kur’an’dan bir delil). “Her çocuk Fıtrat üzere doğar, sonradan ailesi onu Yahudi Hristiyan veya Mecusi yapar” (Hadis’ten bir delil). Hani Ebu Hanife Rahmetullahialeyh’e de nisbet edilir bir menkıbe vardır, üç ya da beş yaşında bir çocuk getirilir, “Al bunu eğit” diye; “Bunun vakti geçmiş, alacağını almış” der ve red edip geri gönderir. (Ulema’dan bir delil). Ecdadımız ne demiş: “Ağaç yaşken eğilir”. (Atalarımızdan, ortak akıldan, örften bir delil). Modern Psikoloji de bu hakikati şöyle diyerek tasdik eder: “Kişiliğin ve Zekânın temeli 0-6 yaş arasındaki kritik dönemde atılır, iskeleti bu dönemde belli olur”. (Bilimden bir delil)
Bu çocukların hepsinde de bilhassa kişilik ve zekanın temelinin atıldığı, iskeletinin oluştuğu Kritik Dönem yani 0-6 yaş arasında iken insanlardan ve insan “beyan”ından -konuşma dili ve beden dili- uzak kalanlarında ortak sorun hep aynı:
1) Dil asla normalleşememiştir, Ne kadar farklı ve faydalı metod denenirse denensin neticede ya dili öğrenememişlerdir ya da çok kısıtlı ve çarpık bir şekilde ve kısmi olarak öğrenebilmişlerdir. Mevcut âvami lîsânla isabetli bir benzetmeyle dersek eğer; namı diğer ‘tarzanca’ yani.
2) Zeka da, en iyisinde bile, bir daha asla akranlarının seviyesine ulaşamamıştır, zaten bu ikinci şık birinciye bağlı olarak ortaya çıkmaktadır isbat ettiğimiz gibi…
Buradan; Zındık İhsan Eliaçık, Zındık Mustafa İslamoğlu ve tüm İbni Tufeyl’cilere, Nazzam’cılara, Tarkan’cılara, Tarzan’cılara, Evrim’cilere, tüm Hadis Sünnet ve Mucize inkarcısı kafirlere, Ateistler’e ve içimizdeki gizli ateist ve anarşistler olan Mealciler’e; tüm eski ve yeni akılcılara felsefecilere bir kez daha güldüğümüzü de beyan edelim..
Evet, Tarkan’ca yetişen de ancak Tarzan’ca konuşabilir, ve zeka düzeyi de elbette çok geri bir döneme takılı kalacaktır hep..
Kısacası Bilimsel açıdan; Hay Bin Yakzan’ın da, Tarkan Bin Kurt ve Tarzan Bin Aslan gibi bir uydurma bir kurgu olduğu bir kez daha aşikârdır.
Hülasa; İnsan ancak İnsan’dan irşad olur; “Umumi” tabiat Kaidelerine, Adetullah’a göre böyledir. Ancak Allah’ın “Hususi” İkramatı ve müsadesi müstesna.. Bu iki hal dışında evvelki neslin nezaret ve refakatinin ve de şefkat ve himayesinin olmadığı hallerde ise, ancak ve ancak ölür insan yavrusu, bedeni ölmezse de aklı ölüdür ve “Hayvan” gibi bir mahluk olur..
İlk çocukluk yıllarında insanlardan, ve insani merhamet-şefkat ve talim-terbiyeden, “sevgi-şefkat” ve “eğitim-öğretimden” mahrum kalan bir insan yavrusu ancak ve ancak hayvan gibi olur, zira beyan oluşmaz, beyanın yani lisan-ı hâl ve lisan-ı kal’in, yani dilin olmadığı bir fertte de akıl intişar ve tekâmül edemez, mes’ul-mükellef yani normal bir insan olacak kadar lazım olan kifayette zeka oluşmaz, ve böylece de ne sahip olunan bir din ve ahlak ne de üretilen bir kültür ve medeniyet ve bilim ve teknik asla ve asla olamaz..
Yani ilk insanın Allah Teala tarafından bizce keyfiyeti-mahiyeti meçhul bir surette halk edildiği ve de yine bizce keyfiyeti-mahiyeti mechul bir surette talim ve terbiye edildiği hakikati inkar edildiği zaman; geriye de ilk murad edicisi, dileyici ve var edicisi, ve de talim edicisi asla olmayan; ve asla dil ve nutuk-mantık öğrenemeyen, ve geri hatta adeta sıfır zekalı, hayvan gibi hatta hayvan gibi bile olamayan, ve yani bir din-ahlak sahibi olmayan ve kültür ve medeniyet, bilim-teknik üretemeyen bir beşer tarifiyle trajikomik bir evrim hurafesi kalıyor
Nasıl ki evrimcileri zora sokan “İnsan Bedeni”, ve hususan bazı azalar bazı organlar, beyin ve göz gibi çok karmaşık çok kompleks ve, işlevi için ancak ve ancak “tüm unsurların aynı anda bir arada” var olması şartı bir hakikat ise, aynı şekilde “Beyan-Lisan” da böyledir; değil mevcut medeniyet ve kültür, değil ortaya konulmuş tüm o derin derya eserler ve fikirler, değil sahife veya cümleler, değil söz sanatları ve deyimler ve kalıplar, sadece kelime hatta harf ve sayı denen en basit temel semboller bile -ister yazı ister söz olarak- sırayla ve basitten karmaşığa doğru gelişerek oluşamayacağı; en azından “ilk başta belli bir hazır verili malumatın” tekamül veya teğayyür ve tenevvü’ü ile bu güne gelebileceği; dil ile “münasebet” ve “muavenet” için, insanla insanın “mutabakat” ve bir “izdivac” ve “cemiyet” ve “kültür medeniyet” ve “bilim-teknik” üretebilmesi için ancak ve ancak “bir anda hepsi bir arada” mevcut olması gerektiği aşikardır.. Ga dedi gı dedi ha dedi hı dedi.. Derken bu muhteşem lîsânlar ve medeniyet oluştu diyecek olan ahmak hayalcilere deriz ki; beyin ve göz gibi nice karmaşık organ ve “insan bedeni” dediğimiz cesedin hayatta kalması ve iş görmesi için ancak ve ancak tüm unsurlarının aynı anda bir arada olması şart ise, “lîsân” ve lîsânın hem “sebebi vesilesi” ve hem de “neticesi” olan zekâ için de bu böyledir, bilâteşbîh bir hayvan bile nasıl ki içgüdü denen adeta hazır paket program ile hazır donanım ile, bu kuvve ile doğuyor ve derhal işini görüyor, arı peteğini balını yapıyor kurt kuş karınca yuvasını kuruyor örümcek ağını örüyor ise, bilateşbih, buna Kadir olan Allah Teala Adem Aleyhisselam’ı da Tastamam Mükemmel Halk etmiştir, ve Esma talim etmiştir..
Zaten tüm bu makale boyunca isbat ve izah ettiğimiz üzere, umumi kaideler iktizasınca; insan bir diğer insandan şefkat ve talim -sevgi ve eğitim- görmeden asla insan olamıyor, dil öğrenimi gerçekleşemiyor, ve buna bağlı olarak da zekâ, tabiri caizse kuvveden fiile potansiyelden kinetiğe çıkamıyor, öyle çocuklar sonradan ele alınıp senelerce özel eğitimlere de tabi tutulsa asla normal olmuyor ve de hayvan gibi bir şey oluyor.. Bu Dinler’in en birinci malumatı, ve Psikiyatri ve Psikoloji’nin kesin bir kanunudur. Ve Tarih’in verdiği sayısız emsâl vakıa ve an itibarıyla da tecrübi olarak gördüğümüz bir vakıadır..
Psikoloji, ki Fen İlmi Yani Pozitif Bilim değildir, Sosyal Bilimler’dendir, kanun-yasa-formül sahibi değildir, umumiyetle teori ve hipotezleri vardır insana dair, en kesin görüşü bile yine bir teoridir, kanun değildir; lakin varsa bir kaidesi-kanunu işte o da bu hakikattir, gelişim psikolojisi kitaplarının tamamında görüldüğü ve bütün Psikoloji okullarının ekollerinin de teyit ettiği, ve iş burada daha farklı cihetlerden de bir kez daha isbat ve izah edildiği üzere; İnsan yavrusunda “0-6 yaş arasında” hem lîsânının hem zekâsının hem de kişiliğinin iskeleti-temeli oluşur ve sonraki eklenen her tuğla bu temelin üzerinde devam eden teferruat ve tekamülün veya tegayyürün bir parçasıdır. Ve eğer 0-6 yaş arasında şefkat ve talim görmez de beyân-lîsân öğrenemez ve yani zekâ kısır kalırsa; sonraki tüm ömrü boyunca bir daha asla normalleşemez ve ne dili tam öğrenebilir ne de yaşından beklenen zekâ görülebilir, ve ne de sıhhatli bir ruh hali, sağlıklı bir kişilik sahibi olabilir!..
Ancak hususi bazı mucizevi haller müstesna.. İster mucize, kerâmet vs, ister istidrac vs olsun her türden metafizik-parapsikolojik vs fevkalâde (fevkal-âdeh) hadiseleri bu bâba sokabiliriz bu manada. Yani aklın bilimin aciz kalıp açıklayamadığı, keyfiyetine mahiyetine vâkıf olamadığı her türden fevkalâde hadisede umumi kaidelerin dışına çıkıldığı tecrübe ile bilinmektedir, nadiren de olsa sıradışı haller nakledilmekte veya gözlemlenmektedir..
Bir üçüncü şık da ne Din ne de Bilim tarafından tasdik ve test edilmemiş bir kısım destanlar efsaneler, mitler ki; belki bazısı hakikatin tahrif olmuş kırıntılarıdır..
Yani Ibni Tufeyl’cilerimizin ve Evrim’cilerimizin ya, “Allah’ın mucizevi bir işi” demeleri gerekir; ya da “Hayır bilimsel olarak bu mümkün değildir, diğer bir insandan irşad olmayan beşer yavrusu, değil kamil-bilge insan, normal zekâdaki bir insan bile olamaz” demeleri; ya da “Bu bir efsanedir masaldır” demeleri gerekir..
Gerek ilk İnsan olan Âdem Aleyhisselam’ın halk edilişi ve talim terbiyesi hakkında, veya İsa Aleyhisselam’ın beşikte konuşması vs; gerekse farzı muhal hakikaten vuku bulmuş olsa Hay ve benzer türden hikayelerdeki kimselerin “insan” olmasının isbatı ve izahı, mantıken ancak ve ancak bu üç şıktan biri ile açıklanmak zorunluluğu taşır ve;
-Evrimci kafirler Mucizelere iman etmezler ve, bu, aklı aciz kılan bir mucizevi vakıadır diyemezler;
-Bilimsel verileri de işlerine gelmeyince görmezden gelirler, zira bilim bu meselede gördüğümüz gibi aleyhlerinedir;
-Hikayelerle Mesellerle zaten iş görmez bu aydın(!)larımız..
Ama gel gör ki aleyhlerinde olan bu üç şıktan başka bir şık da kalmıyor onlar için..
Kısaca, İlk İnsanın hem bedeni hem de lisanı ve de bununla mutlak olarak ilintili olan aklı-zekası üzerinde olmak üzere; iki meselede de iki kez çıkmazdadır evrimci kafirler..
Yani, ister Ateist-Deist vs güruh olsun ister içimizdeki gizli ateist ve anarşistler olan usulsüz Neo Mutezili veya gizli Deist Mealciler olsun; tüm evrimci kafirlerin iki çıkmazı var karşılarında; hem bedenin yaratılışı hem de beyânın-lîsânın talimi.. Her iki cihetten de bir “ilk” dileyiciye, halk ediciye ve talim-terbiye ediciye ihtiyaç var mevcut “insan” denen hakikati izah için.. O da Halık ve Alim olan Allah Subhanehu Ve Teala’dır..
“Er-Rahman. Kura’n’ı öğretti. İnsan’ı Halk etti. Ve O’na Beyân’ı Öğretti..”
İnsan -Ruh bir yana- sadece “Bedeni”nin yaradılışında izahtan aciz kalan evrimciler Lîsân yani hâl ve kal lisanı olmak üzere iki tür konuşmayı-anlaşmayı da kastederek dersek; “Beyan” hakkında da ve bunun sebebi ve meyvesi ve ayrılmaz parçası olan Zekâ hakkında da acizler.. Sadece Hay hikayesinde değil, böylece onunla temsil ettirdikleri ilk insanda da iki cihetten de çuvalladılar vesselam..
Eğitimde bir temel misaldir, derler ki, bir oda kadar ilmin olsa ancak duvardaki bir tabela kadarını talebene verebilirsin.. Hülasa evvelki sonrakinden üstün aşkın olmadan eğitim öğretim mümkün değildir. Faraza, elde bin tane neandart veya bin tane maymun olsa bir sözüm ona homosapien yetiştiremez! Bin tane maymun arasında kalmış ve bakımı onlarca yapılmış bir insan yavrusu; bırakın onları geçmeyi, onlar kadar bile zekâ gelişimi gösteremiyor. Nitekim bu gün bile dünyada benzer hadiseler yaşanabiliyor, ve tüm vakıalarda çocuk, değil normal insan, o büyütüp bakan maymunlar kadar bile gelişemiyor.. Ki, nice hayvanlar var ki, şahsi veya içtimai olarak icra ettikleri bazı davranışları insanı hayrete düşürecek derecede anlamlı ve zekice; ama hiç bir hayvan sürüsünün koruyup kolladığı büyüttüğü çocuk onlar kadar bile zeki olamıyor.. Buna dair, bazı yaşanmış hadiseleri çeşitli misalleri de veriyoruz bu makalemizde.
Bu arada, ateizm olmaksızın bir evrimci yaratılışa inanan kafası karışık bazı islamcılara da az ve öz iki kelam edeyim;
“Allah nezdinde İsa’nın durumu Âdem’in durumu gibidir. Onu topraktan var etti; sonra ona ‘Ol!..’ dedi ve oluverdi.” (Al-i İmran, 59)
Bu âyete iman eden bir kul evrimin her türünü reddeder. İsa Aleyhisselam da Adem Aleyhisselam gibi atasız idi.. Evrime göre ise canlılar çeşitli evrelerden formlardan gece geçe hominid türler oluştu. Yani ilk insan haşa bir anne babadan dünyaya geldi? Bu düşünce ise galiz bir küfrdur. Yoksa Allah toprağa çamura can vermeye kadir değildir mi???
Hatta kulu Mesih eliyle (ona ikram ettiği mucize ile faili mutlak tabi ki kendisi yani Allah Teala olaraktan) bile bunu yapan, çamuru kuş yapan Allah, Adem’i topraktan yaratamaz mı? Buna mı inanamıyor inançlıyım(?) diyenler???
“Allah onu İsrailoğullarına (şöyle diyecek) bir peygamber olarak gönderir: “Şüphesiz ki ben size Rabbinizden bir âyet (mucize, belge) getirdim: Size, kuş biçiminde çamurdan birşey yaparım da içine üflerim, Allah’ın izniyle o, kuş olur; anadan doğma körü ve alacalıyı iyileştiririm ve Allah’ın izniyle ölüleri diriltirim. Evlerinizde ne yiyor ve neleri biriktiriyorsanız size haber veririm”. (Al-i İmran 49).
Velhasıl ne biyolojık ne de psikolojik cihetten evrim olmamıştır. Dinler, ve Tarih, ve Psikoloji bu zırvalığı reddetmektedir..
İki mühim sonuç çıkıyor karşımıza;
1) Freud-Darvin-Marks teslisine tapanların iddia ettiği gibi bir Evrim yoktur. İlk insan, Allah Teâlâ’nın halk ve talim terbiye ettigi Adem Aleyhisselam’dır. Geçenlerde yazdığım bir dizi makalede de belirttiğim gibi; Evrimciler Göbeklitepe ve civarındaki daha eski buluntularda çuvalladılar ve tarih öncesi zaman tasnifini bir kez daha değiştirmek zorunda kaldılar. Yani bir yerde Paleolitik, Neolitik, Mezolitik tasnifler çuvalladı! Şimdi sıra sözde Homo tezlerine geldi. Taşı attım taş devrici taş kafaların çuvallına. Hadi ayıklasınlar pirincin taşını! Anadolu’yu onlara yem etmeyecegiz!
2) İnsan, mucizevî haller haricinde ancak diğer insanlardan irşâd olur, hayatta en hakiki mürşid mücerred olarak ilim değildir, onu tâlim eden âlimlerdir..
Levent AKINCI


