Seneler evvel çizdiğim bu karakalem resimde ne mi kastediliyor? Bazen psikolojik danışma yaptığımda danışanlara da yorumlatırdım bazen. Çeşitli çağrışımlar yaptırır.. Tabi onları yazmayacağım. Yine seneler evvel not aldığım bir makalemi biraz kısaltarak sokaklarında yürüyelim hadi. Sokaklar dedim ama, hepsi aynı Câdde-i Kübrâ’ya, aynı İslâm târikine, aynı Tevhîd-Hanîf yoluna çıkacak göreceğimiz üzere.. Tıpkı Selefî, Maturûdi, Eş’arî, Zahirî gibi Sünnî yolların Ehli Sünnet-i Âmme şemsiyesi altında bir bütün olmasındaki gibi.. Buradaki sözümüz sadece bir âsa olsun.. Yola hikmet gözümüzle bakalım..
Âsa demişken.. Resmi kısaca izah edecek olursam; elinde âsa ile giden sarıklı cüppeli sâlik, herhangi bir velî kulun temsili ve “nesl“i (beni âdemi); yatayda görülen şeyler yani tabii alemin nişânesi dağlarla dolu ufka, yerin göğün ve zamanın mekânın adeta birleştiği yere doğru, tabii olmayan şehrin sokağında uzayıp giden yol mekânı, sair eşyâyı, yani “ekin“i (âlemi); ve dikeyde görülen çizim kum saati olup zamanı; ve böylece mekân ve zaman birlikte “imkân”ı temsil ve teşkil etmektedir.. Sanki aynı zamanda Nuh Aleyhisselâm’ın gemisi misâli bir sefîneyi de andıran Nûn harfinin o biricik noktası misâli, bir noktada başlayıp biten eşyâ, veya sanki bir nokta tüm zaman-mekan.. Mümkîn’ül-Vücûd olan “Mahlukat” temsil edilip, Vâcib’ül-Vücûd “Hâlık” Subhânehu ve Teâla tarafından bir tek noktayı bir tek zerreyi bir tek ânı “kün” deyip halk etmek ne ise tüm mahlukatı halk etmenin de o kolaylıkta olduğu anlatılmak isteniyor biraz da.. Hülasa Fizik ve Psikoloji ve dolayısıyla da aynı zamanda Kelâm ve Tarih konulu bir resim.. Tahayyül de var Tefekkür de..
Ayrıca; Tezekkür ve Tefekkür’ün, yani zikrin ve fikrin birlikte anıldığı Âl-i imran suresinin 191. Âyeti’ni ve bu âyet vesilesiyle buyrulmuş bir Hadîs’i de yad edelim bu vesileyle..
“Ellezîne yezkurûnallahe kıyâmen ve kuûdan ve alâ cunûbihim ve yetefekkerûne fî halk’is-semâvâti ve’l-ardı, rabbenâ mâ hâlakte hâza batılen subhâneke fe gına azabe’n-nâr“. (Onlar ki; gerek ayakta, ve gerek otururken, ve gerek uzanmışken Allah’ı zikrederler. Göklerin ve yerin yaratılışı üzerine tefekkür ederler; rabbimiz sen bunu boşuna yaratmadın sen münezzehsin bizi cehennem azabından koru). Başka bir ayette var mıdır bilmiyorum ama zikir ve fikir, ikisinin lafzen ve manaen bir arada geçtiğini bildiğim tek ayet budur ve bu cihetiyle de ayrıca bir hususiyet arzediyor benim için..
“Veylün limen karâeha, ve lem yetefekker fîha“. (Veyl olsun onu kıraat-tilâvet edip de tefekkür-tefehhüm etmeyene) hadisi bu ayet nüzul olunca buyrulmuş. Kadızade Şerhli Birgivî Vasiyetnâmesi’nde -Rahmetullahialeyhimâ- okuduğumda bunu, ayrıca durup düşünmem gerekmişti.. Kitabımız Kur’an’ın kelâmullah olan ayetlerini kıraat-tilâvet edip durup da, hele de böylesi âyetleri, ve gerek onu gerek ondaki Şeriat ve candaki Fıtrat icabı İnsan ve Kainat kitabındaki kevnî ayetleri tefekkür-tefehhüm etmeyi ihmal etmek.. Ve Yine Ehli Sünnet Ulemâmız’dan öğrendiğimize göre, Resulullah Aleyhisselâm kolay kolay veyl olsun demez. Ve veyl olsun, yazıklar olsun diye tercüme edilse de, hakikatte kastedilen, böyle bir çeviride görüp sandığımızdan çok daha sert bir ikaz, çok çok daha büyük bir tehdittir.. Adeta bir uçurumun kenarında ve gözleri kapalı dolaşan bir insana yapılan son ve hayati uyarı gibidir..
Bu mühim naklî bilgiden sonra, döneyim aklî ilimlere; psikoloji kitaplarında bahsi geçer bir temel meseledir; hatta bence en mühim meseledir; Çağrışım ilkeleri.. Zamanda yakınlık, mekânda yakınlık, biçimsel yakınlık..
Üç cihetten “çağrışım” oluyor. Ve esasen insanoğlu için “teşbih” ve “kıyas” tüm dünyevî “kesbî” öğrenmenin temelidir. Olmazsa olmazıdır adeta. Elbette “vehbî” öğrenme için bunu söylemek zor olsa gerek..
Fizik ve Psikoloji bütün pozitif ve sosyal bilimlerin temelidir. Ve ikisinin de en çok kesiştiği yer belki Kelâm ve Tarih ilmi olsa gerek..
Fizik-Kimya gözüyle bakarsak; bilinebilen veya bilinemeyen en küçük parçacıklardan en büyük kütlelere dek, her bir nesnenin var oluşunda üç esas dikkatimizi çeker. Zaman, Mekan, Biçim..
Psikoloji gözüyle bakarsak; çağrışım ilkeleri ile öğrenme meydana gelir. Yani benzetme ve kıyas ile.. Ve çağrışım ilkeleri, Zamanda yakınlık, Mekanda yakınlık, Biçimsel benzerlik..
Din ile, Naklî ilimlere göre, Hikmet ile bu Aklî ilimleri cem ederiz.. Bir düşünelim şöyle; her bir nesnenin var oluşunda üç esas vardır ve üç cihetden de adeta sonsuz ihtimal vardır.. Matematikteki ihtimal, olasılık ve permutasyon kombinasyon konularını az çok hatırlarız. Bu onu da çağrıştıracak şimdi bak..
Evet, bir nesnenin var oluşunda üç cihetden de sonsuz ihtimal var yani tabiri caizse sonsuz kere sonsuz kere sonsuz ihtimal..
Mesela, bir düşünelim.. Ateist ve Anarşist (bu iki şey, aynı dinsizlik ve ahlaksızlığın, aynı şeytanlığın farklı tabelalarıdır) mülhîd kimselere hep söylerim; “Vacib’ül-Vücûd” ve “Mümkîn’ül-Vücûd” bahsini anlatırken.. Bilinen en küçük zerre, maddenin en küçük yapıtaşı, bilinen en sade en basit ve en küçük en az karmaşık olan partikül diyelim ki elektron veya pozitron veya kuark vs artık her neyse o olsun;
-Bu nesne; sayı doğrusu gibi bir zaman doğrusu çizecek olursak zamanın herhangi bir anında var olabilirdi, beş milyon sene evvelde de olabilirdi beş saniye sonramızda da.. Veya kendimizi de düşünebiliriz, misal, bu asırda değil de 16. asırda doğar ve ölür olabilirdik, veya çok çok daha eskide veya daha sonrada.. Mekanın kuşatılmışlığı gibi, Zaman da ihâta edilmiş kuşatılmıştır El-Muhît olan Allah tarafından. Bu ihâta malum, keyfiyeti meçhuldür bize. Aynen istivâ sıfatı gibi, sair isim ve sıfatlardaki gibi.. Allah Teala’yı tenzih ederiz.. İsim ve sıfatlarında inkâr, tecsîm, teşbîh, tâtil ve te’vil yapmadan selef gibi imân ederiz.. Kısacası mekan gibi zaman da mahluktur ve mahduddur, sonludur. Lakin ihtimalleri düşünür ve bu zaman çizgisi üzerinde sürekli ileri ve geri gıdım gıdım kaydırarak olasılıkları hesaplarsak, ki hesaplayamayacağımız kadar sonsuz bir ihtimal ortaya çıkar.. Ama hakikatte o nesne bu anda, bu zamanda bulunmaktadır..
-Bu nesne; mekân olarak da bilinen evrenin herhangi bir yerinde bulunabilirdi. Yan binada, öte sokakta, diğer şehirde, başka kıtada, denizde, a koordinatında veya b koordinatında, uzayda herhangi bir yerde veya herhangi bir gökcisminin herhangi bir yerinde olabilirdi. Evet kainat mahluktur ve mahduddur, sonludur. Lakin nerede var olabileceğine dair ihtimal hesabı yapacak olursak görüleceği gibi, adeta saymanın hesaplamanın sonu gelmez düzeyde bir sonsuz ihtimal çıkıyor karşımıza.. Lakin hakikatte bu anda ve buradadır..
-Bu nesnenin; biçimi, şekli ister yuvarlak veya eliptik, ister köşeli, vs herhangi şekilde olursa olsun, mutlaka girintili çıkıntılı, ve patates misali yamru yumru ve başka şekiller hesap edilirse hayal gücümüzü biraz çalıştırıp, görürüz ki hesabın ve hayalin yetmeyeceği kadar sonsuz ihtimal vardır olası. Ama hakikatte bu anda bu mekanda ve bu malum bu meşhûd biçimindedir o nesne..
İşte, hani, sanki her sualin cevabını biz bilemesek de kendileri bilebilecekmiş gibi, kendilerini haşa “külli akıl” sahibi gibi sanan dinsizlik dini mensubu ateistler-anarşistler vardır ya, bu “cüz’i akıl” sahibi zavallılar her şeyi “neden” diye sorar sorgulamaya çalışırlar ya hani, nakle ya da akla göre bir cevap verirsiniz bazen, ötesi suale atlar, ondan diğerine zıplar, ve diğerine.. Deriz ki; ey ahmaklar, değil âlem-i vustâ’daki insan denen mükemmel canlı, değil âlem-i kesîf’deki yıldızlar galaksiler, âlem-i latîf’deki en basit en sade en küçük bir parçacık için dahi; evet, değil makro alem, mikro alemdeki en küçük en sade en basit bir partikül için dahi “zaman-mekan-biçim“, her üç cihetten de sonsuz ihtimal var iken var oluşunda; hakikatte bir anda bir mekanda ve bir şekildedir.. Oysa sonsuz ihtimal vardır.. O halde hangi “ilim-irade-kudret” sahibi “ol” demiştir de o nesneyi, o ân’ı, o mekân’ı, o biçim’i var etmiştir? Bu tercih kimin?..
O halde “neden böyle” diyerek; Kelâmullah olan Kur’an’ın her bir âyetine, ve mahlukatın yani âdem ve âlem kitabının, ekinin ve neslin, Alîm ve Hakîm Teâla’nın insan ve kainat kitabındaki her kevnî âyetine; ve kader ve kazâsına, emrine şeriatına da yaratmasına da, rububiyetine de uluhiyetine de isim ve sıfatlarına da itiraz eden, ardı arkası gelmez soru yağmuruna tutarak sanki ‘bunu da bilirsen başka bir sorum olacak’ dercesine ve sanki bu üç beş sorudan sonra ‘sonsuza dek sonsuz sual’ sorabileceklermiş gibi, müminleri güya köşeye sıkıştırmaya çalışan siz ahmaklara hodri meydan ederiz;
Madem sonsuz “ihtimal” vardır, o halde sonsuz olası “sual” demektir bu. Hadi gücünüz yetiyorsa sonsuz sual sorun. Tutarlı olun, bu anda sorduğunuz herhangi bir suali soruyorsanız diğerlerini de sorun! Bakın her bir suale de yine kendi sözde bilim dininize göre cevaplar verin demiyoruz, sadece sorun hadi! Zira aynı mantıkla her bir ihtimal için aynı suali sormanız şarttır! Evet, sadece sormayı deneyin : ) Sonsuz sual ve her birine yine sonsuz cevap istemeyiz.. Sadece sualleri sorun görelim.. Ki bunu yapamayacaksınız ey cüz’i akıl sahibi iken onu da ziyan eden ahmaklar, gelin o halde külli akıl sahibine, nihayetsiz ilim ve kudret sahibi Allah’a teslim olun! Teslim alınmadan evvel.. Her canlıyı perçeminden tutmuş olan ve kibirlenen her burunu sürten Allah Subhanehu ve Teâla hem Rahmân ama hem de Kahhar’dır !
Levent AKINCI
Psikolojik Danışman-Tarihçi